Yaşlı Dünyamızda aşırılık, şiddet ve kanunsuzluklar eksilmemiştir.

Kabil, öz kardeşinin canına kastetti. Peygamberler yalanlandı, şiddet gördü, sürüldüler hatta katledildiler. Adları farklı olsa da Şeddad, Nemrut, Firavun, Kisralar, nice imparatorların çoğunluğa dayattıkları şey aynıydı. Tasarruf hakkı Yaratıcı ’ya ait olan “hüküm ve mülkü” gasp ettiler.

Bin yıllar geçti, insanoğlu daha fazla eğitim gördü, bilim ve teknikte mesafe kat etti. İnsan aklı peygamberlerin artık olmadığı zeminle baş başa kadı. Aklın ve hakikatin bir olan yoluna rağmen kelimeler, kavramlar değişti ama hakikatte hiçbir şey değişmedi.

Kendilerini “ilah” olarak dayatan Firavunlar; “…şüphesiz ellerinizi ve kollarınızı çaprazlama keserim” dedi. Moğollar; “öldürmeye geliyoruz..” dedi. Bizans-Roma ve çağdaşları; peygamberleri ve vahyi mabetlere mecbur etti. Bunları, aracı olmadan “dokunulamaz, erişilemez” kutsallar yaparak aracılar üzerinden dâhilde bir sömürü; hariçte de bir savaş, kan ve ölüm sektörü oluşturdu. Milyonların katledildiği, değer ve zenginliklerin telef edildiği Haçlı savaşları bu zihniyetin eseriydi.

Bu harabeler üzerinde yeşeren insanlığın umutları, bu kez de Batı’nın “Aydınlanma ve Bilim Çağı’nın gayrimeşru çocuğu” olarak dünyaya musallat olan kapitalist-emperyalist güçlerle kurudu. Amerika kıtaları talan oldu, milyonlarca yerli katloldu, soykırıma uğradı. Afrika ve Asya’nın masum insanları katledildi, köle olarak denizaşırı ülkelere taşındı. Güçlü olan halklıydı, ilk vuran kazanıyor; adalet, güçlünün ajandasıydı.

Batı aydınlanması, aslında Tevhide karşı süregelen klasik cahiliyenin postmodern şekliydi ve hakikatin yakasından düşmüyordu. Aklın iyice zıvanadan çıktığı bu devirde; iki dünya savaşı oldu, üçüncüsü de yolda veya tanımlayamadığımız bir şekilde başlamıştır da diyebiliriz.

Batı aydınlanması; iki asırdır dünyaya yön veriyor, kuralları belirliyor, küresel yasa ve kurumları kendisi şekillendiriyor.

Bu zihniyetin kitabı kapitalizm, elçisi de meşru olmayan hedeflere odaklanmış bilim ve teknolojidir.

Bu gün dünyamızı tehdit eden en büyük tehlike de işte bu sanal kitap ve ruhsuz elçisidir.

Bir kere üstünlüğü ele geçiren bu iki tehdit; Siyonist Sermayenin kontrol ettiği Kapitalizmin kontrolündedir ve insanlığın ortak aklına, Hakk’a teslim-i silah etmek niyetinde değildir. Ne pahasına olursa olsun üstünlüğünü, elde ettiği haksız kazanımlarını, zapt ettiği menzilleri insanlığa terk etme gibi bir hesabı yoktur.

Kapitalizm; Avrupa, Amerika kıtalarını aşmış artık Çin, Rusya hatta Hindistan üzerinden de dünyayı tehdit ediyor. Dünyada, güç markizin, sermayenin, bilim ve tekniğin merkezinin Batı’dan Doğu’ya kaymakta olduğu hatta kaydığı da söyleniyor. Bu, doğru da olabilir amma bize ne?

Osmanlı hayallerine Kemalizm’in retçi yasaları üzerinden varmaya çalışan Türkiye işte bu acımasız Batı ve Doğu’nun arasında kendine bir yer bulma çabasında ama Doğu da Batı da işin hinliğinin farkında ve kazanımları paylaşmakta aceleci olmuyorlar.

Kapitalist ülkeler; dünyanın zenginliklerini ele geçirirken çok yönlü enstrümanlar kullanmaktan çekinmiyor. Bu enstrümanların kimisi asla kullanamayacağımız derecede din ve değerlerimize ters hatta Müslüman halklar için birer tehdittir.

Batı; fiziksel, duygusal, ekonomik, cinsel, siber şiddet… türlerinin tümünden çıkar sağlıyor.

Hiroşima’ya atılan atom bombası fiziksel şiddetin alasıydı. Bu gün aynısını denemekten kaçınmayan birçok Batılı devlet vardır. Soykırımlar, işkence uçakları, işgaller, işbirlikçi rejimler ürerinden yürütülen vesayet savaşları da bu türdendir.

Yine aynı kapitalizm, kurumlardan devlet aklına kadar her yapı üzerinden duygusal şiddet dilini de kullanıyor. Şantaj, algı operasyonları, enflasyon, borç para veren IMF üzerinden bu duygusal şiddet dili kullanılıyor. Ekonomik Şiddeti de duygusal şiddete paralel kullanıyor. Kapitalist emperyalistlere göre “Dünyanın kıt kaynakları ve nice zenginlikleri ÖTEKİLERİN(!) elinde ama bunlar, sahiplerine terkedilecek kadar değersiz değildir.”

Cinsel şiddet; Batı ve müştereklerinin nemalandığı bir başka tehdittir. Bu gün fuhşiyattan nemalanan sayısız kurum var. Bu kurumların kontrol ettiği sermaye, küresel güçlerdeki iktidarları bile belirleyecek düzeylerdedir. Cinsellik ve tacizi çocuklara kadar indiren aynı zihniyet, kadına şiddet üzerinden de aile yapısını hedeflemiş, ailenin istikrarına kasteden birçok yasayı bizzat muhafazakâr çevrelerin eliyle yapılandırmış, diğer devletlere de dayatmıştır; bizdeki İstanbul Sözleşmesi gibi. Çünkü her kontrolsüz ve korumasız kadın onlar için bir sermayedir.

Tehditlerin en büyülü de siber şiddettir. Aslında bir merkezin kontrol ettiği siber alan, bu gün dünyanın en korunaksız, tedbirsiz bölgelerine, en hazırlıksız uluslarına ulaşabiliyor. Her ulusun verdiği makul eğitimi herc u merc edecek albeniye, güce sahip siber şiddet, değerleri kökünden sallıyor.

Bu şiddet türlerini artırmak mümkündür ama daha da önemlisi bizim bu tehditlere karşı aldığımız, alacağımız ve almamız gereken çalışma ve tedbirlerdir.

Bu tehditlerin üstesinden öyle kuru nasihat, vaat ve atalar dinini anlatarak gelmeyeceğimiz acık. En mütedeyyin baba ve anneler, kendi evladını bir anda kaybedebiliyor.

Bu postmodern suç ve günah çevreleriyle mücadele etmemiz için bunların karşıtlarını, suç ve günahlardan alıkoyacak albenisi olan ürün ve teknolojileri üretmek zorundayız. Bilim her yerde ve her kes aynı bilim ve teknolojiden kendi zihniyetine gidecek ürün ve teknolojiler üretebilir.

İşte devlet aklı, devletin güç ve imkânları, bu şiddet alanlarına karşı üretebilecek zekâlara, güç ve kabiliyetlere sahip çıkmalı. Camialar da sadece yerine çakılıp kalmakla, kadim tarz ve usulleri anlatmakla bu günah ve suç çevreleriyle yarışamayacaklarını bilmeli.

Tam da bu yüzden; “..onlara karşı toplayabildiğiniz kadar kuvvet ve savaş atları hazırlayın ki, bununla hem Allah'ın, hem de sizin düşmanınız olan bu insanları, hem de sizin bilmediğiniz, ama Allah'ın bildiği başka düşmanları yıldırıp caydırabilesiniz...” (Enfal 60) vesselam.