Siyaset, bir hedefe varmada takip edilen yol, bir davranış ve mücadele tarzıdır.

İslami siyasette takip edilen yol için meşruiyet zorunlu esastır.

Günümüzdeki küresel siyasette takip edilen esas ise “Hedefe varmak için her yol meşrudur,” nam-ı diğer Makyavelizm’dir.

“Din ve değerlerin, kurtuluş reçetelerinin, yargısız siyasi infazların bitpazarına düştüğü –çi bistînî milyonek- (eski tabirle; ‘ne alırsan bir milyon= bir lira’) naralarının atıldığı şu seçim sath-ı mailinde “nerede, nasıl, ne yapmalıyız?”

Mesele açık. “Başta Türkiye’de;euzubillahi mineş’şeytani we’ssiyase’ deyip yine siyaset yapacağız!”

Batı ülkelerinde siyaset kaide ve kurallarının bir zemine oturtulduğunu, gelen siyasi iktidarların pek de sürpriz yaşatamayacaklarını daha önce demiştik.

Mesele; neredeyse tamamen din ve değerlerimizin dışında şekillenen bizdeki siyasetin zemini ve kuralları.

Müslüman ülkelerde problem şu:

Siyasetin kaide ve kurallarını, Osmanlıyı ve hilafeti tasfiye eden dünyanın galipleri yani Emperyalist Batı koymuştur.

Bu kuralları; üstün geldikleri Müslüman halkları kontrol, zenginliklerini sömürme amacıyla koydular.

İktidara hatta mütevazı bir siyasete talip olan herhangi bir yapının, amelî belki de akidevî tavizler(!) vermesi gerektiği de açık.

İktidar olan yerli ve milli zihniyetlerin, seküler partilerin dahi muktedir olamadıkları da bir vakıa.

Merhum Menderes’in; “Biz iktidar olduk ama muktedir olamadık” demesi; NATO’ya, ABD’ye sorun çıkaran Ecevit’in hükümetinin yıkılması, Merhum Erbakan’ın iktidarının yılı bile doldurmadan resmen elinden alınması; “İsrail terör devleti…” deyip elçimizi geri çağıran Sayın Erdoğan’ın; Hicaz Şeyhlerinin her vesileyle tekrarladığı “antisemitizm insanlık suçudur” nakaratını demesi ve Siyonist Terör Devleti’ne; “ilişkilerimiz, artık bölgesel meselelere göre değil, karşılıklı çıkar ilişkileri üzerinden yürüyecek…” deme raddelerine kadar düşmesi; Muhammed Mursi’nin canlı yayında infaz edilmesi; Gannuşi Hükümeti’nin ilgası… gibi.

Suçlular masum, masumlar suçlu olabiliyor. Çete veya mafya liderleri, makul insanlar olabiliyor. Dahlan, Prens bin Salman ve bizdekiler gibi.

İktidarlar; yetki, imkân ve kabiliyetlerini -halka verdikleri vaatlerine rağmen- gereğince kullanamıyor, kullandırılamıyor. Bunu, her defasında sudan bahanelerle kapatılan partilerin macerasında da görüyoruz.

Atanmışlar; -görülen lüzum veya gelen talimat üzere- seçilmişlere “dur” diyebiliyor, idam veya ağır cezalar verebiliyor.

Terör, kaos ve krizler beklenmedik bir anda başlayabilir veya bitebiliyor.

Ülke gerçeklerine ve halkın hassaslarına rağmen sessiz çoğunlukta gündem ve algılar oluşturulabiliyor.

Halkın öz çocuğu olarak büyüyüp seçilen iktidarlar, yürütme kadroları, merkez hatta taşra teşkilatlarındaki etkili ve yetkililer, “Başkalarının Çocuğu’na” veya Tanımsız Çocuklara dönüşebiliyor. Kürtçe deyimle Mala me qut dixwe, mala xelkê de hêkan dike (Evimizde yemleniyor, başkalarında yumurtluyor).

Siyaset kurumu; beklenen ve istenen neticeyi veremiyor.

Devlet aklı; Hakk’a ve halka rağmen yapılanmış; kendi kutsalları, vazgeçilmezleri için derleme ve doğaçlama yasalar yapmış, korkular üretmiş. Çözüm üretemediğinde de gerilmiş, germiş, çatışmış, çatıştırmıştır. Bunun için de düşman ilan etmiş, düşman olmadığında da kendisi üretmiş; halka hizmet olması gereken devletin imkânlarını, “varlık sebebi olan bu düşmanlara” harcamış veya heba edilmiştir.

Devletin siyaseti, halkın siyasetine bir oyun alanı çizmiş; bir masada buluşmamış, buluşmak istememiştir. Büyüden de ortak akıl oluşmamış; nihayetinde de bazen can, mal, namus güvenliğinin canına okunmuştur. İslam diyarında; işgal kuvvetlerinden ziyade, kendi öz evladı dediği güç ve yetki sahiplerinden kaçan, katlolan milyonlar olmuştur.

Bir değişim, dönüşüm ve hizmet yarışı olan siyaset kurumu; elbette ileriye doğru bir yol da almıştır. İslam ülkelerindeki cumhurî sistemlerin kuruluş dönemlerinde uygulanan “red ve inkar, infaz ve imha, dayatma ve yasalar” istisnalar hariç artık bir çok ülkede uygulanmıyor ama asırlık dertlerimize dermana da yetmiyor.

Halkı Müslüman ülkelerdeki siyaset kurumu için daha söylenecek çok şey var elbette. Bunları saymak güzel ama bu da yetmiyor!

Artık normalleşmemiz lazım. Bir yerlerde buluşmak, akl-ı selimin ve Hakk’ın bir olan yolunda bir karara varmak lazımdır.

Müslüman halklar da bunları yöneten zihniyet ve kurumlar da çok şey kaybetti, çok zaman israf oldu, çok canlar yandı, nice ocaklar söndü! İşin en başında da “Etmeyin, elemeyin! Olmaz.. Kıble ettiğiniz diyarlar eldir, ellerindir… Teşhişsiz ilaçlar veriyorsunuz, yara derindir..” diyen duayenlerimiz oldu ama dinlenmediler, dinleyemediniz. Hadi güzellik ve istikrarın hatırı için bühtan olsa da diyeyim: Diyemedik!

Hülasa durum bu!

Hala Makyavelizm’in racon kestiği siyasette yeni bir yön, yeni bir tarz, yeni bir duruş lazım. Kire bulanmamış, “bizden de olsa yanlışa kefil olmamış” bir siyaset ve siyasetçi lazımdır.

Bu siyaset ve siyasetçi tarzı kokuşmuş, umutları kırmış, iyi çocuklarımızı dahi nice suç ve günaha bulandırmış; en güzel kelimeleri -bağışlayın- samimiyetsizliğe, çirkefe batırmış; kardeşlerin arasını bozmuş, aralarına kan sokmuş…

Siyaset isterim; bütün bunların dışında! Bir tek oy alsa da “Bu benim Dosdoğru Yolum’dur! Ben, mü’minlerin ilki olmakla emrolundum!” diyebilecek siyasetçi isterim. Sabırla direnecek, dayanacak ve hiç şüphem yoktur ki iktidara koşacaktır! Uzak değil, pek yakında! Ama sabretmeyi bileceksin ama kendin olacaksın!

Anadolu halkı; “Benim bu derde dermanım vardır” diyen kimleri İKTİDARA taşımadı ki! Haydi.. Sıra sende!  Ey Zekeriya! Sana bir oğul müjdeleriz. İsmi Yahya'dır. Onun gibisini daha önce yaratmadık." (Meryem 7).

“Rabbimiz ise Mazlumlara lütfetmek; onlardan liderler yapmak istiyor!”(Kasas 5).

Asa-yı Musa, Avaz-ı Davûd, Darbe-i Yahya, Zülfikâr ile wesselam!