Elazığ Belediyesinin başını çektiği, ÖNDER’in koordine ettiği İmam Hatipler Gecesi’ndeydik. Gecenin vazgeçilmez konukları, Nurullah Genç ve Ömer Karaoğlu gibi İslami edebiyat ve sanatın aksakallarıydı.

Yerelde de katılan, davet edilenler vardı. İmam Hatip gençliği ve velilerimiz, eğitimciler ve nihayet protokollün ekserini oluşturan tek tip siyasetçiler.

Ailece geciktiğimiz için Türkiye derecesini yapmış Hafız Hoca efendinin Kur’an tilavetine yetişebildik.

Salonda olup bitenleri, görüp hissettiklerimi; maziyi merkez alarak aktarayım. Rabbim cümlemizi riya, kibir ve nefsin şerrinden korusun.

Sunucu kardeşimiz; her vesileyle işin reklamındaydı. Belediye çalışanıydı ve başkan da karşısındaydı. İşin öznelliğini fazlaca hissettirdi. Bu öznellik; salonun boşalmasına hizmet ediyordu gibi.

Kur’an tilaveti ruhlara şifadır ama hafız, sesi ve duruşuyla bu şifanın yorgunuydu; mazideki ruhu veremedi, belki de biz salondakiler alamadık.

Nurullah Genç, geçmişte tüylerimizi diken diken eden o mısralarına başladı. Son Samuray veya Yorgun Savaşçı gibi umutla şiirin kucağına atıldım. Belli ki bir azınlık da atıldı… Yürüdük beraberce:

Ülkemden hatırıma hep sefiller geliyor
Bin yüzlü Ebrehe’ler, kara filler geliyor
Şimdi devran değişti; ebabiller geliyor
İbrahim bahçesinden taze güller geliyor

Âlemde, duyulacak kutlu bir âvaz kaldı
Ufka bir bak yiğidim; inkılâba az kaldı. 

Salona baktım; sağa baktım, sola baktım… Şiirin ilk iki mısraı salonda tecelli etmiş; diğerleri askıda kalmış; kendini arayan adama dönmüş. Koca salona sert bakışlarıyla gülümser gibi yapan portrenin altında, sığınacak yer arayan muhacir gibi. Söylenenlerin bir karşılığı yok, “gelecek bir inkılap” ise gözükmüyordu.  Devamla:

“Mahzenlerde beklemek ziyan artık, yiğidim
Fecr-i sâdık vaktidir; uyan artık yiğidim
Ateşlere girsen de, dayan artık yiğidim
Hakikate dönüyor rüyan artık, yiğidim

Zalimler için karar verildi; infaz kaldı
Ufka bir bak yiğidim, inkılâba az kaldı” diyor.

diyor ama burada da -üçüncüsü hariç- mısralar yine askıda kalıyor. Mazinin iman ve gururunda bir hayalimiz vardı. atalardan kalan borcumuzdu: “Tarihi temizlemek Sahte Kahramanlardan” Yani “necasetten teharet..” gibi bir görev. Asırlık o fosillerin, petrol olmalarını beklerken; bitmiş tezleriyle yeniden dirildiklerine, hükmettiklerine şahit oluyoruz. Hayaldi, gerçek oldu!

Ömer Karaoğlu sahneye çıkarken salon azalsa da coşmasını bildi.

“Kuşlar” ile romantizmin bulutlarını arşınladık; “Mekke, Mekke döneceğiz..” mısraları bizim nesli; Afgan Cihadına, 90’lı yılların zindanlarındaki onura, “..az kaldı dediğimiz inkılâba” yaklaştırdı. Çünkü; tam da karşımızda “Şehid tahtında Rabbe gülümser” muştusu ve kutlamalarına başlamıştık(!?)!

Gözüm sahnede, kulağım maveradan seslerde…

Umutlanmış ve gururluyum.. Yürümeliydim… İşte “Bizimkiler.. Bedrin arslanları” deyip Eşref Ziya’dan; “Zafer Muştusuyla girin Kabil’e / Girin Mücahidim Allah aşkına..” derken uyanıyorum. Gururum, hüzne dönüşmüş…

Arkama bakıyorum, salon daha da boşalmış. Protokol; beyefendiliğinden, rutin kurallarından taviz vermeden çağrılacak isimlere, verilecek plaketlere ayarlanmış.

“Evet… Şimdi de sayın….” Anonsları arasında salon, protokol haricinde tamamen boşalıyor. Şahsi ve siyasi emellere alet edilen değerlerin iniltileri arasında ben de dışardayım.

Nurullah Genç ve Karaoğlu’nu; 90’lı-2000’li yıllarımızda gözlerimiz buğulanarak dinlemiştik. Ruhumuz kıpır kıpır, tüylerimiz diken diken, yumruklar sımsıkıydı. “Tekbir” denildiğindeyse ağızlar hücumda, avaz Davudî, boğaz kurumuş, damarlar çatlayacak durumda olurdu.

Koca bir davayı, değerlerimizi, coşkuyla anmamız gereken bir kutlu ortamda; köşe bucak, mümbit yerlere iyice sinmiş muhtelif moloz ve hafriyat; bunların civarına konuşlanmış fırsatçı keskin nişancılar ve av malzemeleri…

Öyle ya! Mesele açık: demek ki BİZİM ÇOCUKLAR(!?); mücahitlikten müteahhitliğe böyle terfi edip, BAŞKALARININ Çocuklarına dönüşmüş!!

Bizlere ne oldu? Cevabı açık… Hepimizin payı var.

Meydan boş kalınca, tilkiler vali(!) olmuş. Bu tilkiler; her haltı yemiş.. Kötüsü; ikinci nesilleri de yolda... İmkân ve kabiliyetleri pek gelişmiş!

Buldukları her boşluğu doldururlar. Duyargaları gelişmiş; etkili ve yetkili olan Bizim Çocukları da kuşatır, durumdan vazife çıkarırlar.

Mesele şu: Gerçekte kim kazandı? 28 Şubatların cenderesinde adalet ve merhameti arayan Müslüman mı yoksa günümüzün “gaflet, rahat ve nimetleri içinde adalet ve merhameti unutan Müslüman mı? Wesselam.

HİSSE:

1-Osman Kavala çağrısı yapan 10 büyükelçi "istenmeyen kişi" ilan edildi.

Geç ama güzel de bu diplomatik gerilimin azalmasıyla doların, 9.85 tarihi zirvesinden 9.5'e inmesi ne demek? 

2-Danışmanlık şirketlerinden biri; oy verip vermeyeceğini söyleyen yurttaşların yüzdesini vermiş! “Küstürdüler; kızdırdılar; üzdüler; kararsız" reyleri listelemiş. Eksiklik var: “De here lo; mira çi” ve “nalîzim” diyenleri unutmuşlar.

3-Kraliçe Elizabeth'in sağlığından endişe etmişler. Kızcağız daha 95’inde.

Hicaz Şeyhimleri de ölmekte zorlanıyor.

Bunların zaten seçim-geçim diye bir sorunları yok. Öldüklerinde de değişecek bir şey yok.

“Kral ölse de yaşasın yeni kral”  Gulê nemir buhar tê veya dereye su gelinceye kadar kurbağanın gözü patlar!

Bazı kazananlar hiç kaybetmiyor.. Kaybedenler ne zaman kazanacak anne?