Güçlülerin, haklılara rağmen iki dünya savaşıyla dizayn ettiği dünya, her zamankinden daha güvensiz ve daha yetersiz hale gelmiş.

Çünkü sömürülen aynı, savaş aynı, vuran ve vurulan aynı. Değişen tek şey; sömürülen devletlerin alt bölgelere ayrılmasıdır.

Bu bölgelerde; görüşmeler oluyor; anlaşma yok; mutabakata varılıyor. Sağlanan bu mutabakat döneminde de bir sonraki savaşın hesapları yapılıyor..

Yani işgal ediyor, cinayet işliyor, yaşam alanlarını yok ediyor. Böylece kazan kazan metodu yerine aslında her kes kaybediyor. Güçlü olan kıt kaynaklarını heba ediyor; zayıf olan da açlık sınırının altına düşüyor.

Medeniyetin icadı şu: Güvenlikli bölge, çatışma bölgesi, uçuşa yasaklı bölge, riskli bölge, mayınlı bölge, terör bölgesi, ortak bölge, askeri üs bölgesi, petrol bölgesi, operasyon bölgesi, NBC, radar, balistik füze bölgesi; “Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela…” bölgesi.

Şunları diyemez miyiz? “kalkınmada öncellikli bölge, açlıktan insanların öldüğü bölge, kıtlık bölgesi, acil yardım bölgesi, sağlık hizmetlerinin gitmediği bölge, insani yardım bölgesi…”

Hatta red/inkârı aşıp; korkularımızla yüzleşerek; hizmet, insanlık onuru ve kardeşlik adına şu kadim kavramları kullanamaz mıyız? Mesela Kürt veya Kürdistan bölgesi, Türkmen veya Turan bölgesi, Arap bölgesi… Çok mu zor? “Kürt, Çerkez, Gürcü… Paşaların” emniyet ve asayişi sağladığı koca Osmanlı; şurada, bir asır ötemizde.

Derdimiz zaten başımızdan aşkın. Yüzyıllık projelerin, sahte kahramanlar eliyle dayattığı bu dertlere, yeni dertler eklemek hangi aklın karıdır? Haydut içerdeyse kovulur, dışardaysa nedir bu rehavet? Nedir bunca işbirlikçilik?

Sülalemizden beri vird-i zebanımızdır; dilimizde tüy bitti: Gâvurdan dost, domuzdan post olmaz diye! Büyük Şeytan’lı Biden’in tokatladığı bir Müslüman devlet, Rus ayısı Putin’in kapısını çalıyor. Kimisi de tokatlandığı kapıda el-ayak öpüyor; tövbe-i nasuhla ispat-ı vücut yapıyor! Bilmiyor muyuz Ayıdan da dost olmaz diye!

Al birini vur ötekine! Bunlar; çişini bile yaralı parmağımıza değil, tuvalete ederler! Neden hala kadim eczanelerimize yönelmiyoruz? 

Emperyalisti, Sömürgecisi, faşisti, modernisti; Hristiyan ve Yahudi’si yapar da bizlere ne oldu? Bizi böyle canavara çeviren; aşılmaz dağ gibi yapay korkular dayatan; red ve inkârda beka aramamızı öğreten sahte kahraman da kim? Emperyalist Haçlının kurşun sıktığı ayağımıza kurşun sıkmayı dayatan; haremimizdeki sorunların çözümlerini “Cenevre’de, Soçi’de, Washington’da, Lahey’de arattıran zihniyet, derdimizin dermanı olabilir mi?

Akl-ı selimi yitiriyoruz, bunaldık ama Nuh diyor hala peygamber diyemiyoruz!

“Derya-yı muhit cûşa geldi kewn u mekan huruşa geldi” (Nesimi).

Ve; “Hep suç bende değil, beni yakıp yıkan bir nazar vardır!” (Karakoç).

Bibexşînin gelî biran; bağışlayın.. Denize düşen yılana sarılırmış(!) tamam da yüzme bile bilmediğimiz halde neden denize düşüyoruz?

Akla gelmedik diyarları, umutsuz görüşme masalarını aşındırıyoruz… İnsanlıktan nasiplenmemiş, dünyaya fitne fesat saçan emperyalist kapılara gidiyoruz da sorunun aslı olmuş; terk edildikçe zıvanadan çıkmış; pazardan pazara düşmüş ve nihayet akl-ı selimi yetirmiş derken;  istikrarsızlığın ana ögesi olmuş kadim kardeşlerimizle görüşemiyoruz? Adını bile ağzımıza almaya korkuyoruz! Neden bizi bunaltmış bir baş soruna yerli çözüm arayamıyoruz?

Gittiğimiz her kapıda, görüştüğümüz her masada şu Kürt ve Kürdistan meselesini konuşuyoruz da, neden hiçbir sorun yok-muş gibi davranıyoruz? Tanzimat döneminin Akif Paşa’sı gibi varlığa isyan edip yokluğa sığınarak huzur ve sükûnu arıyoruz!

Sarf edip varını aklın var ise yoğ ol
     Rahat istersen eğer eyle temennâ-yı adem

İstedikleri yokluk(âdem), o devrin bir hastalığıydı. Şu 2021’in küçülen dünyasında bize ne oluyor da “yok (adem)” diyerek çözüm arıyoruz?

Yüreklerde, hala kardeşliğin, birlik ve beraberliğin sesi en baskındır ama ortalıkta kulağı tırmalayan cahiliyenin azgın azınlığının sesi, doğruları bastırıyor. “Asil kan’ın kudreti;” Allah’ın yardımı ve mü ‘minin duasını setrederse; yüzyıl geriye gider, zarar ederiz..

“Turan ili diye bir efsane tutturduk

Efsane ama gaye diye az mı didindik?

Bu uğurda kaç yurda etmedik veda

El verdi gidenler, acıyın eldeki yurda!

Osmanlının son devrinde de “red ve inkara, kardeş kavgasına..” karşı var gücüyle haykıran ulema, edip ve mütefekkirler olmuştu da feryatlarına aks-i seda bulmamışlardı. İttihat ve Terakki (İT)’in red ve inkarcı söylemi; Sultan Abdulhamid’i, halk iradesini ve akl-ı selimi bastırmıştı. Sonuç; bu günümüze kadar gelen acı ve dramlar...  

Netice olarak; “Mü’minler kardeştir! Kardeşlerinizin arasını düzeltin” ilkesi gereğince;

Biz, bize yeteriz ve her sorunu da çözeriz ama adalet ve kardeşlik hukuku üzerine! Hepimiz, nefsimize uyarak çok ileri gittik! Can, mal ve namus güvenliği; özelde kendi birlik ve beraberliğimiz; genelde de ümmet hatta insanlığın istikrar ve selameti geri adım atmamızdadır! Varsın gerici, mürteci desinler!

“Arnavutluk” ne demek? Var mı şerîatte yeri?

Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!

Arabın Türk’e; Lazın Çerkes’e, yâhud Kürd’e;

Acem’in Çinliye rüchânı mı varmış? Nerde!

Müslümanlık’ta “anâsır” mı olurmuş? Ne gezer!

Fikr-i kavmiyyeti tel’în ediyor Peygamber.”

Hasılı kelam; tüm hazine ve servetimiz gerilerde kalmıştır! O halde; utanmadan ama gururla diyelim: İlerleyin beyler geriye doğru!!  Wesselam!