Milletlerin tarihinde olay ve liderler vardır. Milletlerin dokunabildiği, yaklaşıp konuşabildiği, doğru ve yanlışlarından dersler çıkarabildiği ama çarpılmadığı, rüyalarında karabasanlarla uyanmadığı bizim gibi beşer olan liderler.

ABD’de Washington, Fransızların Napolyon, İngilizlerin Churchill, kral ve kraliçeleri; Rusya’da Lenin, Stalin; Yugoslavya’da Tito, Romanya’da Çavuşesko gibi.

İslam tarihinde Raşidin Hulefa; Muaviye ve İslam tarihindeki ilk veliaht(!) Yezid; Tarık bin Ziyad, Utbe bin Nafi; Fatih Sultan Mehmed, Kudüs’ün Fatihi Selaheddin, Sultan II. Abdulhamid gibi…

Bunların tümü, çarpılma korkusu yaşamadan yanaşıp dokunabileceğimiz insanlar olmak zorunda. Hiçbiri yasa ve tüzüklerin korumasında değil. Halkın, bir şekilde yüreğinde yer verdiği veya sildiği(!) kişilerdir..

Ders ve dert olacak ortamlarda da “Onlar bir ümmetti gelip geçti. Onların kazandıkları kendilerinin, sizin kazandıklarınız sizindir. Siz onların yaptıklarından sorguya çekilecek değilsiniz” (Bakara 134) diyebildiğimiz faniler.

Müslüman mahallesinde de salyangoz satılamayacağına göre o halde halkın sosyal ve siyasi hayatına dayatılan cahiliye adetleri nedendir? Neden kazandıklarımızla baş başa kalamıyoruz? Neden başkasının -belki de- dünyasını ihya, ahiretini imha pahasına yaptığı icraatlara mecbur ediliyoruz? Neden kimi geçmiştekilerin yaptıklarından hatta kuruntularından sorguya çekilelim?

Bırakın bu halk, Rabbinin emrettiği gibi dinini yaşasın!

Zaten “emrolunduğumuz gibi DOSDOĞRU olmamızın” önünde tanımsız ve tarifsiz nice engeller vardır. Yettiniz Seri’ulhisab aşkına, Aziz’untikam hatırına… sessiz çoğunluğun sabrını taşırmayın! “Kendi çocuğunuzu tanıdığınız gibi tanıdığınız müflis medeniyet ve tek dişi bile kalmamış bitkisel hayattaki bir Canavar’ı” yaşatma adına ilahlar türetmeyin!

Katil hırsızın arandığı bir ortamın sükûtunda; “Ben çalmadım” diyen harami gibisiniz.  Kendinizi her defasında ele veriyorsunuz.

Evet; gördük, anladık ve net tanıdık… O, sizsiniz!

Sükûnet ortamına kurşun sıkan, operasyon, dayatma ve korkutmalarla beka bulmaya çalışan da sizsiniz. Halkı sevmiyor, saygı da duymuyorsunuz. Anadolu’nun gerçek evlatlarını, Diyojen ve Tapınak Şövalyeleri adına derdest etmek istiyorsunuz! Azınlıksınız hem de içerinin istikrarını, dışarının emelleri için bozuyorsunuz.

Bu aziz halkla “beraber yaşama” adına Vallahi “bir ORTAK akıl, ortak yol bulunmasına” da razı değilsiniz! Yarım hatta çeyrek beraberliğe de razı değilsiniz!

Açık oy, gizli tasniflerle hiçliğinizi dayatan da sizsiniz! …ama artık yeter ve yettiniz! Sine-i milleti her defasında konuşuyorsunuz ya! İşte o sine-i millete teslim-i silah ediniz.

Bu halk namaz kılar, Kâbe’ye döner, Allahu ekber, elhamdülillah der. Şeytan ve tarihteki tüm dostlarına, işbirlikçi ve paralellerine LA’NETULLAH’ı okur, anlayacaksınız; zalime beddua eder, sakınacaksınız; kendisine rağmen konuşanları sandığa gömer, bileceksiniz; sandıkta da haddini bilmeyenleri 15 Temmuz’daki gibi ezer, unutmayacaksınız.. Dahası da var O’nu da siz bileceksiniz!!!  

Neymiş; Muhterem Hoca Efendi; cemaatiyle buluşan Ayasofya’dan sonra, Taksim’e yapılan cami açılışında Kur’an ve Sünnette geçen mazmun ve sembollere değinmiş. Bunun içinde; Allah’ın laneti de var. Adem’den beri, malum zihniyetin muhatap olduğu o lanetullah, neden size dokunuyor beyler? Zaten “Allah, melekleri ve Allah’ın temiz kulları, O laneti okuyagelmekteler! Bu daha işin başlangıcı; bir de “Onlar için Cehennemin kızgın ateşinin beslediği ebedi bir azap vardır! Orası gerçekten ne kötü yerdir!”

Bre gafiller! Asıl sizler burayı düşünün! İnkâr edip yok sayıyorsunuz ama kaçan uykunuz, isyanınızdan bellidir ki red/inkâr ettiklerinizin hakikat olduğuna siz de inanıyorsunuz! İçiniz, içinizi yiyip kemiriyor, azdırıyor! Bir zavallının “namazı” dahi sizleri çıldırtıyorsa, bu işin sonu hayra alamet değildir. Kendinizi de aziz memleketi de perişan ediyorsunuz.

Gezi’ye çıktınız, geziler düzenlediniz ama hep yanıldınız! Haçlı istihbaratlarıyla mabetleri kirlettiniz!

Etmeyin eylemeyin! Bizler nice dosyalarımızdan vazgeçtik, nice yaramıza tuz bastırdık; siz de “çoğunlukla beraber yaşama hakkına” saygı gösterin! Xwîn, bi xwînê naye şuştin! (Kan, kanla yıkanmaz)

'İslam'ın Yeryüzündeki Mührü Camiler ve Fethi İstanbul' artık bir milli sembol ve slogandır. Mabed açılışı bu millet; "..doya doya istifade eder, gözü aydınlanır! O, şeb-i arûs ve vuslat günüdür..” (Prof Ali Erbaş)

Sevinin; en azında hijyendir, sıhhattir. Suç ve günahların yorgunu olan Taksim Meydanına, Isparta’dan gelen gül suyu sıkılıyorsa, övünün. Necasetten teharet olmadan medeniyet olmaz!

 Şu yapılanlar ciddi yanlışlardır:

Atatürk adı altında değerlere karşı planlı, örgütlü ve açıktan saldırılar var.

Tarihe geçecek bu yanlışlar, siyasal amaçlı, ideolojiktir.

Toplumun huzur ve sükûnuna kastettiği için de tedbir alınması gereken mühim kalkışmalardır. Mabed ve değerlere düşmanlık; başta Türkiye’ye sonra tekmil Anadolu halkına düşmanlıktır; dolayısıyla sömürgecilerle işbirliğidir.

Türkiye’nin kendisini bulması için; Lozan ve Montrö’yü özellikle de İnönü dönemini hakikat çerçevesinde tartışabilmesi lazım.

Türk dil ve kültürünün beslendiği; bin yıllık tarih, değer ve Kurtuluş Savaşındaki millî iradeyle buluşmak şarttır.