Kürd halkı; yaşadığı coğrafyanın kadim ama mazlum milletlerindendir. Bu coğrafya, bölgedeki tüm milletlerin tarihlerinde de Kürdistan olarak bilinir.

Amerika; Rusya gibi devletler; hata yapar, cinayet işler, ülkeleri işgal eder; katliamlar da yapabilirler. Bütün bu yaptıkları için kendilerini savunma gibi bir sıkıntıları yoktur. Yaptıkları işe bir tanım yaparlar, bir de işlerine geldiği gibi dünyaya bir izahını yaparlar.

ABD; Hicaz Beyliklerine konuşlandı, Afganistan’ı işgal etti. İzinsiz, ülkelere indirdiği özel eğitimli çeteleriyle, sık sık hedef seçtiği özel bir adamı kaçırır veya katleder; bazen da sınır ötesi harekâtlarla bombardımanlar da yapar.

Bütün bunlar; kanunsuzdur, cinayettir, kuru cehalettir ama dünya aciz; mağduru olan milletler çaresiz.  Çünkü bunu yapanlar haklıdır(!) hem de en haklıdır. Çünkü bunu yapanlar en güçlüdür. Bu devran böyle gidecek diye hesaplamışlar. Emperyalistler için en az 150 yılık kadim tecrübe… Başlarını yesin! Yiyecektir de..

Maliyeti düşürmek için bazen aynı işi; işbirlikçi despotlarının eliyle de yaptırırlar. Halepçe’deki gibi…

Batılı hamilerine; “Dört ayda Tahran’a gireriz..” diyen Saddam’ın başlattığı İran-Irak savaşının sekizinci yılının son aylarıydı. Hesapları tutmayan her iki taraf, bitmeyen savaşın yorgunu olarak Kürdistan Coğrafyasında pençeleşiyordu. Saddam, Tahran’a girememiş, üstelik Batı desteğine rağmen alan kaybediyor, çıldırıyordu.

Her fırsatta soykırıma uğrayan Kürdistan coğrafyası, her iki taraf için savaş ve birbirine ders verme alanı oluvermişti. Irak Kürdistan’ı özellikle de İran sınırına on bir kilometre uzaklıktaki Halepçe halkı; dindardı ve Saddam’ın deliliklerinden çok çekmişti. Bu yüzden de kasaba halkı; tek kurşun sıkmadan İran askerine şehri teslim etmişti.

Erkekler savaş cephesinde veya dağlarda oldukları için 70.000 nüfuslu şehirde kalanlar; çocuk, kadın ve yaşlılardı. Kürd milletinin kendinden izinsiz yaptığı her şeyi terörist faaliyet olarak gören Saddam; Halepçe üzerinden Kürdistan’a ve İran’a ibret-i âlem olacak bir ders, Batılı hamilerine de bir mesaj vermeye karar vermişti bile.

16 Mart 1988’de beş saat boyunca gaz yağdırdı. Hardal ve siyanür gazları kullanılmıştı. Çocuklar; “dayê bihn a sêvan tê..” derken; büyükler; “lavo bazdin, em dermankirin..” diye çaresiz, can havliyle ilk adımlarını attıkları yerlere savrulmuştu.

 Dünyanın en ucuz kanının akıtıldığı Kürdistan diyarı; bu kez, kanı akmadan soykırıma uğramıştı. Kan, damarlarda boğulmuş, masum vücutları kavurmuş, gözleri dışarı fışkırtmıştı.

Nefes almadan ölmek, aldığı nefesle ciğerlerin parçalanması… Ne demek… ey dünya… Hiroşima’dan sonra en mazlum halkı bulan zehirler, kimin eliyle atıldı. Saddam bunları üretemeyeceğine göre, Saddam’a bunları veren kahrolası hangi güçtü? Tabi ki dünyanın en beyazlarının gazlarıydı. Hollanda gibi ülkelerden gelen gazlar; bir işbirlikçinin eliyle soykırımın aracı olmuştu.

Allah, günleri elbette insanlar arasında döndürüyor. Adaleti çiğneyen her zalim, bir gün mutlaka çiğnediği o adalete muhtaç olur hem de zelil olarak oldu da! Saddam da saklandığı lağım çukurundan çıkarılarak idam edildi amma Halepçe hala Kanıyor!

Çünkü, Halepçe sadece bir şehir adı değil; sadece soykırıma uğrayan bir yer de değildir. Halepçe; dört tarafı din kardeşleriyle çevrili mazlum bir millete verilen bir cevabın; en son olmayacak ama bu gün için, son bir cevabın adıdır.

Kaçıncı tekrardır bilmem ama Mahabad, Palo, Zilan, “ li Dêrsimmê, li Koçgiri/ Tev hat kuştin jin u mêrî…/ ay ay limin, ay ay limin…/ ay ay limin em gunene..”

Enfalleri kullananların bilmeleri gereken Kadim Bir Uyarı var: “Öyle bir günün azabından sakının ki; o, içinizden sadece zalimlere dokunmakla kalmaz!!”(Enfal/25)

Hâsılı kelam, Kürd halkı ümmetin mazlumudur. Mazlumun hakkını teslim etmeyenler bilecek; “mazlum bilmese de, gücü yetmese de.. katilini alkışlasa..” da hakikat farklıdır ve Arş-ı Ala’ya ulaşacak ÂHLARIN vesilesi olur… MUSİBET olarak yer yüzüne iner.

Delil mi? İşte dünyanın hali…. Vesselam!