İdlib ve Trablus

Allah; “fıtratı ve günleri insanlar arasında döndürüyor” ama bunu bir anda yapmıyor, zaman ve zemine yayıyor.

Dünya iki kutuplu olmuş; zalim ve mazlumlar. Bunlar; ırk ve inançlara göre değil; coğrafyalarının stratejik konumu ve kıt kaynaklarına göre şeytanlaştırılmış, hedef olmuşlardır. Her ırk ve dinin mazlumu vardır ama bu mazlumların da beyaz ve zencisi vardır.

Beyaz mazlumlar; Hıristiyan ve Budistlerdir. Bunlar katliam, toplu tehcir ve işgallere uğramazlar çünkü katliam tehcir ve işgalleri yapan güçler; Hıristiyan ve Budistlerdir. Komünistler de aynı hassasiyetleri gözetiyor.

Zenci mazlumlar; sadece ve sadece Müslümanlardır. Stratejik coğrafyaları; petrol, doğalgaz ve maden yatakları var. İşin kötüsü; bu zenginliklerini koruyacak güçleri, küresel kurum ve kuruluşları yok. Aralarında da savaşlar var.

Esasen zenci mazlumlara ait devletlerin hemen hepsi, son iki dünya savaşının mağluplarıdır. Safında savaştıkları emperyalistler de yenilmişlerdi.

Nasip mi bilmem ama sêwî diçin dizîyê, roj davêje (yetimler hırsızlığa gidince güneş doğuyor)! Sonuç, akıl ve emeğimizin karşılığı ve kader…

Bu gün itibarıyla; yeryüzünde ABD… hatta Almanya’nın imkan ve kabiliyetlerine sahip bir İslam devleti yok. Zencilerin mağduriyetlerinin bir sebebi de bu.

Kendi ülkesinde; “hukuk, demokrasi, sosyal adalet, medeniyet ve hizmet…” alanlarda örnek hizmetler sunacaklarını vaat ederek iktidar olan her Batılı lider ve hükümet; daha iyi bir hizmet sunabilmek için bizim ellerin mera ve çayırlarına dadanıyor; halka rağmen iktidarlar kuruyor, bu işbirlikçilerle mülkümüzü talan ediyor; yüreğimizi dağlıyor.

Yer ve gök şahit! Söndürülen ocaklar şahit! Geçerli tüm hukuklar şahit! Seri’ul Hisab ve Aziz’untikam şahit!

Ergenlik çağını denemek isteyen, yağma ve korsanlık isteyen; inaç ve ırkına hizmet etmek isteyen her kes Muhammed(as)’ın ümmetine yöneliyor. Mera ve çayır arayan küresel veya bölgesel güçler de bize yöneliyor. Silahlarının denendiği yer de bizim eller. Diyesim gelir:

Bizim eller ne güzel eller/Söylesin şirin diller/Oynasın koç yiğitler/(oh) Bizim eller ne güzel eller! // Bu dağda maral gezer/Zülfünü tarar gezer/Dağ bizim maral bizim/Avcı burda ne gezer?

El, bizim ama savaştırılan Koç Yiğitler de bizim. Dağ ve maral (ceylan) da bizim ama avcı yabancı hem de sezon dışında, yasak avlanıyor!

*İdlib ve Tarblus’ta da aynı avcılar… artık gece karanlığında değil, gün ışığında, göstere göstere suç ve günah işliyorlar!

Durumun özeti şu:

İdlip’te katliamı önlemeye çalışan Türkiye’dir; ama yalnızdır.

Burada, tüm Suriye’de Esed’in şahsında ABD ve Rusya’ya karşı çeşitli adlar altında mücadele vermiş olan İslami Hareketlerin tümü var. İçlerinde tam bir birliktelik yok. ÖSO’nun şahsında tevhide girme veya Türkiye’nin “silah bırakma… veya ÖSO’ya dahil olma” gibi şartlara isteksizdirler.

Esed ve Rus birlikleriyle de doğal olarak girdikleri her çatışma; Rusya ve Esed’in sivil katliamlarına gerekçe sayılıyor. Yani bunlardan Esed, Rusya hatta ABD nemalanıyor.

Libya’daki Hafter; Libya’da İdlib’i oynuyor. Rusya; BAE, Suud, Mısır, Fransa gibi devletlerden silah, asker ve lojistik destek alıyor. Esed gibi, sivil alanları bombalayarak; halka korku salarak teslim almaya çalıyor.

Türkiye; Libya’da, en az Suriye’deki kadar yalnız.

Şurası da bir gerçek ki; Türkiye, her hangi bir devlet değil. Güçlüdür ve yerli iradelerden destek görüyor.

İdlip’te ve Trablus’ta yapılması gerekenler açık yani eşeğimin de bildikleri cinsten(!). Türkiye’nin korumaya çalıştığı halk; yorgun ve ürkmüş. Kendilerine umut olacak bir güç diye Türkiye’ye bakıyorlar!

Hamileri ne derse desin; Türkiye, Esed’i ve yaptıklarını, makul tanımlamayacak ve vurulacak tek hedef olarak belirtecek. Kendi gözlem noktalarının hududunda en ağır şekilde ve anında cezalandıracak ya da rolünden vazgeçecek.

Libya’nın Hafter’i de aynıdır. Birilerinin sillesini yemezse can yakmaya devam edecek çünkü hamileri de bunu emrediyor. Halk iradesinin konuştuğu bir Libya; Mısır, Suud ve diğer Hicaz Beyliklerinin ölümü olacaktır!

Vesselam.