Garip görülse de kadim bir infaz tarzıdır yazacaklarım. Tarih boyunca uygulandığı halde mazlumların, çoğunlukla yuttuğu bir hinliktir. Bu infazın yakın örneği, Hasan Mezarcı’dır.
Halka rağmen kurulmuş zulüm çevreleri ve bunların paralelleri; “suikast uygulayamadıkları, suikastın maliyetine katlanamadıkları veya milli kahraman olabilirler” diye hesapladıkları hedef kişilerin sağlığıyla oynayıp itibarsızlaştırırlar. Bu, acımasız bir infaz şeklidir. Müsebbiplerin elleri kurusun!
Az da olsa, bazı duyarlı yazarlar konuya ara ara dikkat çekse de sosyal medyadaki özellikle muhafazakâr kesim; bu kadim projenin mağdurlarına gülüp geçmiş; lanetlemiş, beddua etmiştir…
İzan, iman ve yakînim ise şunları haykırıyor:
Mezarcının son dedikleri tabi ki kabul edilemez. Rabbim hayr ile ıslah etsin, sağlığına kavuştursun ama bu durum, geçmişte dediği hakikatleri de gölgeleyemez, yalanlayamaz. İnsanlıktan nasibini almamış karanlık çevrelerin infaz projelerini unutamayız, yutamayız!
Hani; “Müminin ferasetinden sakının çünkü o, Allah’ın nuruyla bakardı” esası? Vah bize! Vahlar bize!
Hasan Mezarcı kimdi, neler yaşamıştı?
Düzceli, zeki bir medreseli, aynı zamanda ilahiyatçı, hatip, vaiz, müftü, aydın ve nihayet 1991-95 yılları arsında RP milletvekilidir. Aynı dönemin vekillerinden Şevki Yılmaz´ın deyimiyle; “ısrarla gizli arşive girmek istedi. Yakın tarihte kahraman diye sunulan devleştirilmiş cücelerin perde arkalarını -risk sınırlarını aşarak- konuştu. Lozan´ın gizli celselerini, hilafetin lağvedilmesinin görüşüldüğü birinci ve ikinci meclisinde, ikaz ve tehditlere rağmen “..ben bu işin (hilafetin) fedaisiyim” diyerek, muhafız alayı komutanı ve faili meçhullerin serseri kurşunu Topal Osman´ın eliyle katlettirilen Ali Şükrü Beylerin hesabını, 70 yıl sonra tekrar TBMM gündemine getirdi! Ürküttü…!
Bütün konuşmalarını somut belge ve delillere dayandıran Mezarcı; karşı taraflardan(!) da aynısını istiyordu. Doğal olarak var olduğu halde belgeler sunulmayacak; “gömmeden defin işlemi” yapılacaktı...
Birileri yine gömülecekti… mezarsız, kefensiz. Dünyalılara göre yaşıyor olacaktı ama ruhu içimizdeki uzaylılarca gasp edilmiş olarak. İsmen ve cismen bizim gibi ama bilinçaltına girilmiş, hafızası boşaltılmış, kötü ruhların yönettiği bir tanımsız varlık olarak.
Kolay mı? Fincancı katırlarını ürkütmüş hem de zücaciye dükkanında. Zeus, Promete´ye kızmış; “tiz şunun kellesi..!” demişti.. Laboratuvar deneyleriyle kanıtlanmış cezalar uygulanacaktı. 100 tekrarı uygulanan senaryonun 101. tekrarı uygulanacaktı.
Koruma kanunlarıyla korunan toprak kalelerin bekası için; TBMM´nin şahsında Refah Partisi´nden kelle istendi. Kendini bile koruyamayan parti, Mezarcıyı ihraç etti. Meclis ve parti korumasından mahrum kalan Mezarcı; malumun i’lamı olan mahkemelerde mahkum edildi.
Çıktığı mahkemelerde; “Beni zehirliyorlar!!” dese de bilenler konuşmadı, duyanlar görmedi, görenler davranmadı. Acınır hallere düştü; -bilateşbih- Kerbeladaki Hüseyn gibi...
Nasıl psikolojik ve biyokimyasal işkencelere uğradı.. bilinmez amma Hasan Mezarcı ancak İsa Mesih olarak yaşama dönebildi. Ehrimanların pençesinden kendisi olarak çıkana da şahid olunmamış zaten.
Türü, cinsi nedir bilmeyiz ama aynı pençeler; İslam diyarında özellikle 1920´lerden sonra; -korku salan, umutlarımızı kıran- halka ve Hakka rağmen statükolara beka verecek şekilde çok canlar aldı, alıyor.
Kimi devletler, bazen “rutinin dışına çıkarak,” paralellerine çirkefler işlettirirler!
Aynı kanlı pençeler; Bediüzzaman´ı da deli diye hapse atırmıştı… Hasan el-Benna, Suud krallarından Faysal, Menderes, Özal, Erbakan… aynı tezgahın kurbanları.
Olsun! Her kes kendi mesleğini yapar. Ricamız; yerlilerin, tamamen yabancı ve kanunsuz olan bu operasyonları artık görebilmeleridir. Gülebiliriz ama gafletimizi, ayağımıza sıktığımızı bilerek! Esas-ı diniyedendir; “ölüler gömülür; ardından, hayırları da konuşulur..”
Ötesi ihanettir! İhanetin olduğu diyarlar, Azizuntikam´ın gazabına uğrar zinhar biline wesselam!