Karlofça (1699); zamanın en büyük küresel gücü olan Osmanlı İmparatorluğu’yla Kutsal İttifak devletleri arasında imzalanmış; sonun başlangıcı olan, talihsiz ilk anlaşmadır.

Kutsal İttifak; İngiltere ve Fransa’ya rağmen, Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu’nun koordine ettiği Avusturya, Venedik, Lehistan ve Rusya devletlerinden oluşmakta.

Yani tefrika içinde boğuşan Avrupa; bulduğu ilk fırsatta, kadim hayallerinin ilk adımını -beklemediği bir anda- atıyor. Bu adım; koca Osmanlı’yı savunmaya hatta ilk toprak kaybıyla ricata mecbur bırakmıştır.

Antlaşmanın, emperyalist Haçlılarla münasebetine geçmeden önce sonuçlarına bakalım.

-1699’a kadar, en az üç asır boyunca Batı’nın karabasanı olan Osmanlı, artık bir “savaş gücü” olmaktan çıkmış; “savunma ve ricat (çekilme) savaşlarına” başlamıştır.

-Avusturya, Balkan kapılarına; Rusya, Karadeniz sahillerine çıkıp; sıcak denizleri düşlemiştir. 1699-2011; Deli Petro (Putin)’nin hayalleri, 312 yıl sonra gerçekleşmiş; savaşsız ve sayemizde. Selahaddin’in kulakları çınlasın!

-Sırp, Arnavut, Rumların toplu isyanları başlamıştır.

-Osmanlı adına; küçük kazanımlar, büyük kayıplar getirecek savaş ve anlaşmaların miladı olmuştur. (Pasarofça, Belgrad, Ziştova, Küçük Kaynarca..)

-İmparatorluğun dâhilinde sosyal/siyasi kriz, kaoslar ve beka meselesi oluşmuş.

-Yenilgilerle daralan sınırlardan, Anadolu içlerine yayılan sipahilerin başlattığı Celalî İsyanları’yla asayiş ve ekonomi sarsılmış.

-Ancak vezirle görüşebilen Haçlı liderleri; Padişaha denk kabul edilmiş.

-Daha da önemlisi; “Eski haşmete kavuşmak; Kanunî Nizamları’na (İslam’a) ittibayla olur” tezi, yerini “Batı’ya yönelme” fikrine bırakır.

Osmanlı penceresinden, züccaciye dükkânlarımıza giren ABD’nin şahsında, emperyalist Haçlı’yı değerlendirelim ama vahyin ışığında!

 “Size bir yara dokunduysa karşı topluluğa da benzer bir yara dokundu. Gerçekten iman etmiş olanları ortaya çıkarmamız ve aranızdan şahitler edinmemiz için bu günleri aranızda döndürürüz...”(Al-i İmran: 140).

Çağdaş Emperyalizm, Moğolların yaptığı gibi; bizzat kendisi savaş alanına inmez; “öldürmeye geliyorum…” demez. Moğollara rahmet okutan cinayetlerini; “demokrasi, aşırılık ve terörizmle mücadele ve dayattıkları despot canavarı cezalandırmak..” gibi meşru(!) sebeplere bağlar.

İki cepheden savaşırlar:

Vesayet savaşlarını; “Devlet dışı unsurlarla veya himaye ettikleri devlet veya rejimlerle” yürütürler. Böylece, milli/yerli iktidarların oluşmasını engeller; savaşan tarafların “savaş ve barış zamanlarını” belirlerler.

Osmanlı, bunu; Avrupa’daki taht ve veraset savaşlarında; günümüzün Haçlıları da daha çok İslam coğrafyasında kullanmış, kullanmaktadır.

Çağdaş Haçlılar; suikast ve katliamlarına göz yumarak, aklama, beraber pozlar vererek; “devşirme ve kapıkulu sipahileri” olan Hicaz Beylikleri’ne kapitülasyonlar da vermişlerdir...

Bütün bunlara rağmen, artık sömürdükleri coğrafyalardaki kriz ve kaosları yönetmekte zorlanıyorlar.

Örneğin; Sisi, Mısır’da, sessiz çoğunluğu inandıramıyor. Körfez (Hicaz) Beylikleri; kendi halklarını artık ikna ve adaletle değil, ancak cahiliye cezalarıyla yönetebiliyorlar.

Emperyalizmin Karlofça’sı dediğimiz ilan edilmiş/edilmemiş anlaşmalarla; sonun başlangıcı çoktan geçilmiştir. ABD Vietnam, Ruslar da Afganistan hezimetinden sonra sürekli yanılmış; hesabı tutturamamıştır!

1979’daki İran İslam Devrimi, ABD’nin Ortadoğu’daki en büyük karakolunu elden çıkarmıştır. Türkiye’nin, -rejim ve yasalara rağmen- Osmanlı bakiyesi topraklarda belirleyici aktör olması; kurulu düzenleri/oyunları bozabilmesinin anlamı, çok ve derindir.

İran ve Türkiye’nin, 1699’da Haçlının oluşturabildiği kutsal İttifak gibi bir ittifak oluşturamamaları, ciddi kayıp ve aksülamelleri getirse de her biri kendi başına bile hesapları bozabilmektedirler.

Ümmetin bir kısmının oluşturacağı ciddi bir ittifak; tekmil ümmetin, emperyalizmden kurtulması, yerli iktidarların kurulması anlamına gelecektir.

Toparlarsak; İslam coğrafyasında, Haçlı’nın Karlofça Devri başlamıştır. Bunu, yerli-işbirlikçi rejim ve iktidarlar üzerinden okumak ve görmek mümkün. Çünkü Batı, bunlar üzerinden kıt kaynakları kontrol etmiş, zenginlikleri hesabına geçirmiştir. Bu; amiyane tabirle, ıslanmadan balık tutma veya maşa ile ateşi kullanmaktır ki artık işleri kesat!

İran’ın elden çıkması; Afganistan, Irak, Hicaz Beylikleri; Afrika ve Asya’daki diğer müstemlekelerde sihrin bozulması; firarî beylikler; Batı’nın dünyaya sunduğu tüm sahte ilahlarını buralarda yiyip despotlaşması, devlet terörizmine yeltenmesi… emperyalizmin izah edemeyecekleri cinayet ve kayıplardır.

İran’ın, ABD üslerini bilerek ve planlayarak hedef alması; Süleymanî Suikastını telafi etmese de sömürülen alanları güvensiz yapan millî ilk sıcak savaş tokadıdır. ABD, bunu kabullenmiş/sersemlemiş; karşılık verememiştir. Bu kafa tutma; Haçlının ileri harekâtını durdurmuş; tartışma ve endişeleri derinlemesine işlemiştir!

Sykes-Picot’un yağmaladığı Osmanlı’nın bakiyesi Türkiye Cumhuriyeti de -kim ne derse desin, emperyalizmin yitik topraklarından ve millîdir. Türkiye’nin, Libya’da antiemperyalist Mütabakat Hükümeti’ni desteklemesi ve -inşallah sonuca varmaya yakın olması- Batı’nın, maddi-manevi kayıplarını derinleştirecek; yerli iktidarın miladı; emperyalizm ve yerli işbirlikçileri adına kayıplar hatta mağlubiyetler getirecektir! İtalya’nın Türkiye’ye yanaşmasının anlamı büyüktür.

Hicaz ve Afrika’daki beyliklerin telaşları; istikrar ve barışa her vesileyle kurşun sıkmaları; -belki- CIA’lı Hafterlerimizi evcilleştirecek; “karşı diriliş ve direnişin” Karîb Kutlu Şafağı olacaktır wesselam...