İslam coğrafyasında, özellikle de Ortadoğu’da neredeyse- her devlet, millet, ırk, mezhep hatta her aşiretin “sınır ötesi hesabı” var. Buna, ötelerdeki Haçlılar ve Yahudi Sermaye de dahil.

Hesapların masumuna dahi insanlık veya kardeşkanı bulaştı; kurtuluş İslam’dayken; istikrarı arayan güçlü ve güçsüzlerimiz çoktan Haçlı diyarlarına ulaştı.

Birinin yaptığı hesap, diğeri tarafından bozulduğu için, şu ana kadar, hesaplar tutmadı. Bu akl u fikr ile tutamaz da. Belki de ümmetin günahları, bunu gerektiriyor. Hüseyn’in Kanayan Kadim Dosyası ve eklenen çağdaş Kerbelaların dosyaları… Aman aa! Dokunma yanarsın! 

“..Cennetîne hem qatil u hem qetîl” (..Vuran da vurulan da cennetliktir.) Seri’ul Hisab’ın, Zilzal suresine rağmen hesaplı iş(!).

Tarih tekerrür ediyor; yollarda Hindistan inekleri… Alayı Haçlı diyarlarında yemlenmiş. Boynuzlu olmayanın da ayağı nallı.. Ortadoğu’daki ekser sınırlar; yüz yıl önce, Dünya Savaşının galipleri tarafından -yüzyıllık hesaplar için- cetvelle çizildi; değerlerimizi ifsat, zenginliklerimizi talan için… Birinci yüzyılda, emperyalistleri güçleri rahatlatan bu hesaplar; II. Yüzyıl başlamadan çarşıya uymadı.

Yüzyıl bitmeden İngiliz, Fransız, Alman, Avusturya-Macaristan ve Çarlık imparatorlukları yıkıldı ama derindeki kökleri ve kadim temelleri kaldı. Bu yüzden de varisleri erken toparlandı.

Asr-ı Saadet, Emevi, Abbasi, Selçûkî ve Viyana Kapılarına yürüyen Osmanlı’nın temsil ettiği medeniyete karşı, kadim hıncı hatta alacağı(!?) olan Haçlı, her cepheden saldırdı.

Nice maddi ve manevi emeklerle inşa edilen kadim değerler, sanat ve edebiyat eserleri; üzerinde ihtişamlar inşa edeceğimiz kökler söküldü, temeller imha edildi.

Geçmişin kök ve temellerine yapılan bu saldırı, emperyalist Haçlıların emri ama yerlilerden devşirilen işbirlikçilerin eliyle yapıldı, yaptırıldı. İnkılâplar ve beka adına yapılan her şey; mazimizi yok ediyor, değerlerimizi kökten sarsıyor; günümüzün istikrar ve güvenini sarsacak yaralar bırakıyordu.

Ümmetten milletlere, aşiretlere, mahalliye dönüştük. Mahalliyi dahi kurtaramayacak hesaplara düştük. Bir türlü anlayamadığımız; kendimize dahi anlatamadığımız ağıtlarımız oldu ama şikayetçiyiz;

Ey yeşil sarıklı ulu hocalar bunu bana öğretmediniz:
Bu kesik dansa karşı bana bir şey öğretmediniz
Kadının üstün olduğu ama mutlu olmadığı
Günlere geldim bunu bana öğretmediniz
Hükümdarın hükümdarlığı için halka yalvardığı
Ama yine de eşsiz zulümler işlediği vakitlere erdim
Bunu bana söylemediniz
İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler
Bunu bana öğretmediniz
Kardeşim İbrahim bana mermer putları
Nasıl devireceğimi öğretmişti
Ben de gün geçmez ki birini patlatmayayım
Ama siz! Kâğıttakileri ve kelimelerdekini ve sözlerdekini
nasıl sileceğimi öğretmediniz
..”(İ. Özel).

Kriz ve kaoslarımızı aşmak için dahi “istişare, diyalog, tolerans ve empati yapamayan” birer millet bir ümmet olduk artık, Kur’an’a ve O’nun ilk müfesiri Muhammed(s.a.v.)’e rağmen.

Adalet, gücün elinde çaresiz... Güçlü olan haklıdır, haklıysa haklılığını kanıtlamak için güçlünün ikna olacağı deliller getirmek zorunda. Hak tecelli eder ancak; kaplumbağa ağaca çıktığı zaman!

Gulê nemre bahar tê!

“Hüküm Allah’ın” ve “Müminler ancak kardeştir” amma dikkatliyiz(!); din ve devlet işlerini karıştırmıyoruz. Önemli olan dinin bekası ve asıl musibet, dine gelen musibettir; biliriz ama tanımlarımız değişti.

Hemen ötede ezanlar okunsa da arada mayınlı tarlalar, tel örgüler, eli tetikte “vur emri” olan cendermeler korku ve tabularımıza yetmemiş, bir de beton bloklar; sabah namazlarında pijamayla evden alınan masumlar ve 03 depremleri… 

Gün yaraları sarma zamanı ama güçlünün müsaadesi ve lütfedebileceği ilaçlarla. En kötü tedavi, terk edilmişlikten iyi derler amma yetti! Üstü kalsın gayri;

“Aşk Derdi’yle hoşem el çek ilacımdan tabib

 Kılma derman derdime kim ilacım zehri dermanındadır” (Fûzûlî) wesselam.