Bir milletin kendini bulması veya kendine ait değerleri kaybedip bir başkası olarak yaşaması, eğitim alıp almamasına bağlıdır. Bir milletin özgür veya köle olmasının birinci aracı eğitimdir.  

Peki köleleştirme faaliyetini kim(ler) yapıyor?

El-cevap; Yahudi sermayenin şahsında ABD ve bunun talan alanlarının etrafına çöreklenmiş sair sömürücüler de aynı hesabın içinde.

Buna “Yahudi Sermaye ve Diğerleri” demek mümkün. Amerika, Yahudi Sermayenin bineğidir; yaman kullanılıyor. Ayrıca Çin’den AB ülkelerine kadar uzayan bir sömürgeci güruhu var. Her biri, imkan ve kabiliyetine göre talancı, soykırımcı..

Alayı, masumların “beddua, lanet, devran dönerse görürsün..” listesinde ama ne çare…

Neden mi?

Dünya savaşlarının, dolayısıyla da teknolojinin galibi olarak gasp ettikleri zenginlikleri kaybetmek istemiyorlar. Dünya halklarının aklı başına gelmesin diye sürekli uğraştırıyorlar.

Rekabet edilebilir bir dünya, orantısız güçlerine hasım istemiyorlar.

Nasıl mı?

Öteki dedikleri dış dünyayı, başta dayattıkları eğitim sistemleriyle cahil bırakıyorlar. Dayattıkları eğitim sistemlerini, yine dayattıkları yasalarla sigortalamışlar.

Yerliler için dokunulmaz, vazgeçilmez la-yüs’el milli kahramanlar türetmişler. Bunların “yanlış yaptığına dair toplumda konuşmak..” kebairdendir(!); maazallah, suçluya, “tîz kellesi vurula!!” fermanı inebilir.

Bu yüzden de hamilerine(emperyalist) gerek kalmadan, mahmilerin (işbirlikçi) uyguladıkları tüm eğitim programları zaten cahil yetiştiriyor. Her suç ve günahın membaı olan cehalet ise iyi iş!

Dünya halklarına, İslam Ümmetine dayattıkları üç talihsizlik var; savaş, sefalet ve cehalet. Üstat Bediüzzaman, bunları dâhiyane izah etmiştir.

Kanun, tüzük ve yönetmeliklerle uygulanan cehaletten kurtulmak zor. Düşünebiliyor muyuz? Suud anayasasında; “kralın yanlış yaptığını düşünmek, halka anlatmanın cezası idamdır.” Böyle bir millet, aydın yetiştirebilir mi?

Hicaz Beyliklerinde halkının tercümanı Cemal Kaşıkçı’nın doğranması tam da bunun örneğidir.

Müslüman halkların başındaki yönetimlerin ekseri, bir şekilde, sömürgecilerden biri adına halklarını yönetmektedirler. Esed, Sisi, Hicaz Beyliklerindeki Şeyhimler bunlardandır. Eğitim sistemlerini, yerlilerin diriliş ve direnişini kıracak şekilde kurguluyorlar.

Savaş ve barış zamanlarını belirleme gücü olmayan Ötekilerin Dünyası, özellikle de İslam Âlemi;  yarım yüzyıldır sürekli savaş içinde. Düşünemiyor, üretemiyor, buluşamıyor. Ateş oluyor ama düştüğü yeri yakıyor.

Diriliş Baharı’na renk katan milyon gülleri soluyor. Bir nesil yetişmeden, öncü nesil yok ediliyor. Ölümleri, şehitlerle öldürüyoruz ama daha acı olan cehaletten beslenen nifak bitmiyor.

Geçim derdiyle uğraşan fukaralar olmamız için kaynaklarımız çalınıyor. Sürekli savaş, ölüm ve göçler; insan yetiştirmeye zaman ve kaynak bırakmıyor.

Dayatılan savaş ve terör örgütlerinin her biri; istikbalimizin teminatı olan milyonların hayal ve hayatlarını gasp ediyor. “Gözü kara, üretken ve görüşme masalarında zalim ve işbirlikçisine kök söktürecek bir nesil” katlediliyor!

Havar hey havar!! İstedikleri suç alanlarına sürmek için mütemadiyen sabrımızı tüketiyor, hassaslarımıza dokunuyorlar!

Garbın afakını, İslam’ın Nuruyla aydınlatacak Frengistanlarda yetişmiş uç beylerimizin telaşındalar. “Yeldeğirmenlerine saldıran” basiretsiz yapıların anlamsız cihat(!) cephelerine, çöllere sürüyorlar; yok etmek için. “Nice emeklerle, Küffar diyarlarında yetişmiş İslam’ın ve insanlığın binlerce kurtuluş reçetelerini” bir kurşuna alıyorlar. Kurşunların parasını da onlar adına zenginliklerimize konan yerli işbirlikçilerinden alıyorlar!

Çaldılar; gittiler; yine geldiler; aslında hiç gitmediler…

Ne yapmalı?

Evimizde mektep ve medrese, yüreğimizde İslam Devleti kuracağız! Sabrımızı zorlayanlara karşı sabredeceğiz; yaşamak ve bir dağ kütlesi olup emperyalistlerin başına çökünceye kadar...

Sömürü çarkı için “cehalet, zaruret ve savaş” isteyenlerin istemediklerini yapacağız. Derdimiz cehalet.. “Her şekilde, yer ve zamanda eğitim” diyeceğiz çünkü; “Eğitim görmüş bir milleti yönetmek kolay, köleleştirmek imkânsızdır.”(L.Brougham).

“Oku!” Çünkü; “hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”