“Derin el”, “Karanlık dönem”, “Provokatör”, “Ajan”, “Tahrik”, “Terör”, “Kundaklama”, “Eylem” vb.
Tüm bunlar söz konusu olduğunda bölge insanı derin bir düşünceye dalar. Belki de farkında olmadan hafızası iradesine galebe çalar, hayatının önemli bir bölümünü oluşturan dönemin etkisine kendini kaptırıverir. Söz konusu olan, 1990`lı yılların kabus gibi çöktüğü bölgenin şartlarıdır aslında. Acının her türlüsünün tadımlık niyetine insanlara tattırıldığı, bir kuşak travmatik hastalığa maruz kalırken, sonraki kuşağın da etkisini toplumsal yozlaşmayla ödediği bir dönemin kahredici anılarıdır, derin düşüncelere sevk eden.
Toplumsal travmaya maruz kaldığı dönemin acıları, anıları film şeridi gibi gözlerinin önünden geçmeye başlar.
Yine de şükreder… Geride kaldı, der. Biz yaşadık, inşallah başkaları yaşamaz, der. En büyük fobisi haline gelir, eski şartların geri geliş belirtileri.
Halkın, makul çoğunluğun istekleri, arzuları bellidir aslında. İnsanca yaşamak, insanca muamele görmek, hem yerel dinamiklerin hem de devlet erkinin zaman içerisinde yaptıkları hatalardan vazgeçtiğini görmek, hatta emin olmak ister. Kimliğiyle, kültürüyle, diniyle, diliyle kabul görmek, insan yerine konulduğunu görmek ister.
Ama “Derin el” ya da “Karanlık odak”, adına her ne derseniz deyin, öyle anlaşılıyor ki insanca yaşama, huzur ortamına ayak uyduramamakta, değişen şartlara uyum problemi yaşadığı gözlenmektedir. Doksanlı yılların kasvetli ortamında icra ettiği kirli alışkanlıklarından hala vazgeçme niyetinde olmadığını değişik vesilelerle ortaya koymaktadır. Kasvetli dönemde, her türlü diyalogun namlu ucuyla yürütüldüğü ortamda “aşırı güvenlikçi reflekslere” dayanan kirli faaliyetler belki gizlenebiliyordu, etkisi hemencecik hissedilmeyebiliyordu. Oysa devir değişti, ortam farklılaştı. İcra edilen her kirli senaryo, sosyal ve siyasal iyileştirmelerin gerekli olduğu konjonktürde etkisi hemen hissedilebiliyor, karanlık odak çok fazla gizlenme imkanı bulmadan sazan gibi açığa çıkmaktan kurtulamıyor.
Siyasilerin, resmi etiketli zevatın bakış açısında da eskiye nazaran önemli farklılıklar boy gösteriyor. Oysa “devletin bekasını” aşırı güvenlikçi reflekslerde gören, gerektiğinde bu refleksleri kirliliğin her türlüsüne bulaştıran kimi birimlerin pervasızca uygulamaları, aslında hedef kesimler kadar siyasi cenahı da ilgilendiren başlıca kaygı konusu olması gerekmektedir.
Hafta içerisinde gündeme gelen bazı olumsuz hadiseler, güvenlikçi politikaların gerektiğinde hayalet suretindeki “Derin el”in nasıl da somut hale geldiğini göstermesi açısından oldukça çarpıcı örneklerdi.
Kirli faaliyetler zikredildiğinde akıllara hep doksanlı yılların uygulamaları gelmekteydi. Oysa yaşanan yeni gelişmeler, aslında doksanlı yılların hinliğini ikibinli yıllara taşımada köprü görevi gören aktörlerin ne denli faal konumda olduklarını gözler önüne sermeye yetti.
Gençlerin muhbirleştirilip gerektiğinde provokatif olayların peydahlanmasında nasıl meze olarak kullanıldıklarını doksanlı yılların özel şartlarına has bilirdik. Oysa güvenlik ve istihbarat kurumlarının bu kirli konsepti bugünlere taşımadaki gayretleri ortaya çıktıkça, muhbirleştirme üzerinden provokatif zemini canlı tutma alışkanlığının aslında vatanperverliğe adanan geleneksel bir refleks olduğu ve süreklilik esasına dayandığı daha net olarak görmek mümkün olmaktadır.
Adana merkezli İslami derneklere yönelik “Kirli el” ablukası, düşünsel gelişimin, düşüncenin İslamileştirilme çabasının derin mahfillerde nasıl algılandığının en iyi göstergesi durumundadır. Son örneği kısa süre önce Adana Mustazaf-Der`e yönelen saldırıyla da ortaya çıktığı gibi, insanların İslami düşünceye, insani çalışmalara mesafeli durmaya dönük şeytani politikaların ardındaki güç, fiili bir çatışmayı çıkaramamanın verdiği kuyruk acısıyla dernek müdavimlerinin ev ve işyerlerine dadanmakta, aile içi fitne konseptine yatırım yapmakta, insanları işsiz güçsüz bırakıp potansiyel muhbir adayı yetiştirmeyi esas almaktadır.
Aslında gençlerin İslami derneklerden soğutulması ve muhbirleştirme kıskacına alınmasının genelde Adana özelinde gündeme gelmesi, bunun sadece Adana ile sınırlı bir çaba olduğu yanılgısı oluşturmamalıdır. Doksanlı yıllardan devralınan bu kirli konsept, üzerine “Kayıt dışı” damgası basılan İslami eğilimlerin olduğu her yerde olanca hızıyla uygulanmaktadır.
Peki bu konseptin ağına takılanların akıbeti ne olmaktadır, diye merak ediyorsanız, doksanlı yılların çılgınlıklarına gitmeye gerek kalmadan şu iki manzaraya bakmanız yeterli olacaktır.
Birincisi; D.Bakır Ak Parti il başkanlığınca hazırlanan ve bizzat Başbakan Erdoğan`a sunulduğu belirtilen bir raporda D.Bakır`daki uyuşturucu manzarasının oluşturduğu korkunç boyut, aslında devlet kurumlarına çöreklenmiş kaos yatırımcılarının hedeflediği gençlik yapılanmasının ayrıntılarını ortaya koymaktadır. Rapora göre belli bölgelerde her köşe başında, sokakta, okul önlerinde uyuşturucu pazarı kurulmakta, buna gereken müdahalelerin yapılmaması ise toplum vicdanını sızlatmaktadır. Uyuşturucu kullanma yaşı 11`e düşmüş bulunmaktadır. Son üç yılda 342`si çocuk, 2170 yetişkin denetimli serbestliğe tabi tutulmuş bulunmaktadır.
Uyuşturucu kullanımı ve pazarlamacılığının, artarak süren hırsızlık olaylarının, çeteleşmelerin elbette çok yönlü sebepleri vardır. Ama bunların neden önlenemediğinin merakı içerisindeyseniz, bu işlerden vazgeçip tevbe edenlerden kilit konumda olanlarla kısa bir hasbıhal etmeniz, aslında bu tür karanlık tabloların ardındaki “Derin el”in büyüklüğünü ilk ağızlardan dinleme “bahtiyarlığına” sahip olmanız için yeterli bir imkan verecektir.
İkincisi ise; Nusaybin merkezli KCK dosyasının duruşmasında yaşanan rezaletlerin boyutu, toplumsal gelişim açısından kendimizi 2012 yılında görürken aslında “Derin el”in 1990`lı yılların kirli refleksleriyle hareket etmeye devam ettiğinin ifşaatıydı.
Daha önce haftalarca gazetemizde de yer verdik. O dönemde gençlerin provokasyon malzemesi olarak kullanılmaları için “Derin el”in sarfettiği çabalar, uyuşturucu, fuhuş bataklığına düşürülme yöntemleri, kirli işlerde kullanılma serüvenleri, nihayetinde de kararan hayatlarını gözler önüne sermiştik. Nusaybin KCK davası duruşmasında muhbirleştirilerek serseri mayınlara dönüştürülen gençlerin ne tür işlerde kullanıldıklarının açığa çıkması, tüm değişim politikalarına, söylemlerine karşın karanlık odakların durdukları noktayı bir kez daha ortaya koydu. Yine Emniyet, yine muhbirleştirme faaliyetleri… Önce kirliliğe bulaştır, sonra serseri mayına dönüştür. Artık kimin ayaklarının altında patladılarsa!
PKK/BDP çizgisinin “direnişe, devrimci halk savaşına” adadığı, gösteri perdesi altında yağma olaylarına kapı araladığı provokatif zeminin mimarlarının böylece somut bir hal alması, artık “Kontra” söylemlerinin, başkalarını ucuz söylemlerle karalama tekniğinin miadının dolduğunu herhalde göstermiştir.
İslami derneklere yönelen bunca saldırının, hasseten Yüksekova`da Mustazaf-der ve üyelerine kameralar önünde yönelen ‘hov`luğun/vahşetin, kahraman polisimizce neden aydınlatılamadığının, faillerinin neden “sırra kadem bastığının”, daha doğrusu neden himaye gördüğünün belki de bundan daha iyi izahatı olamazdı.
İşin özeti şu: Toplum değişti, beklentilerde yöntemler olgunlaştı, siyasilerin bakış açısı değişti. Oysa Kirli El`in derdi, bakış açısı, yöntem çıkmazı hala eskisi gibi. Toplum insanca yaşam; Kirli El ise provokasyon derdinde. Siyasilerin buna seyirci kalması ise… Onu da siz yorumlayın!