KCK operasyonlarını izliyorsunuz. ‘Dalga`lar birbirini kovalıyor. Aynı şekilde tartışmalar da.

Tutuklanma dalgasına kapılanlar kimisine göre iki ayaklı ‘ejderha`; kimisine göre de “Barışa adanan siyaset güvercinleri…”

Bugünkü KCK operasyonlarının, hükümetin “Açılım” sürecinde yaptığı kategorik hataların izole edilmesinde hatırı sayılır bir değeri olmadığını kimse iddia edemez. Ama farklı açılım ve sorunların çözümüne dönük atılması gereken adımlar atılmadan salt tutuklama dalgalarıyla bu işin üstesinden gelinir mi, o da ayrı bir mesele.

KCK ve siyasi uzantıları, daha düne kadar “Devletle” yaptıkları pazarlıkların serkeşliğiyle Kürdistan`a çöken bir ejderha temayülünü üzerinden atamamışken bugün karga tulumba şeklinde yaşanan toplu tutuklamalar karşısında şaşkına döndükleri ortada.

Peş peşe yaşanan tutuklamalar karşısında gerek medya, gerek siyaset cephesinden yükselen açıklamalar, buluş tarihine geçecek türden bağlantılarda yaşanan “keşifler” elbette bu meseleye bir ucundan dokunmayı zaruri kılmaktadır.

Prensip olarak ve de haksız tutuklamaların hedefi olmuş bir kesim olarak tutuklamalar karşısında kına yakmak, elbette prensiplerimizden değildir. Hatta bize kalsa insanların mağduriyetine sebep olacak hiçbir tutuklamanın olmaması, tutuklananların da derhal serbest bırakılması insani ve İslami temel arzumuzdur.

Lakin sözüm ona “Kürt siyaseti”nin rakip olarak gördüğü, çoğunlukla Kürtlerden müteşekkil Müslümanların tutuklanması karşısında duydukları hazzı, tahliyeleri karşısında da gark oldukları matem havasını izah etmeye de herhalde cümleler yetmeyecektir.

Çok değil daha geçen sene “Emine Ayna`nın dalgınlığına gelen” Hizbullah tahliyeleri üzerinden yaşanan fırtınaları, bu fırtınaların koparılmasında Türk medyasıyla işbirliği yapan İmralı-KCK-BDP içerisindeki derin unsurların oynadıkları rol hepinizin hafızasındadır. Tahliyeler sonrası yaşanan ev ve dernek baskınları sonrası bizzat Emniyet`in servis ettiği asılsız ithamların nasıl da Öcalan ve BDP`li “siyasetçilerin” ezberlerine dönüştüğünü de unutmuş olamazsınız. Her BDPlinin derin medyanın birer “Eş prens(es)i” haline geldiğini, manşetleri süsleyen ucube ithamlarının nasıl da medya dinozorlarının mermilerine dönüştüğünü de unutmuş olamazsınız.

Biliyorsunuz, o dönem, aynı zamanda devletle görüşme manevrasının verdiği özgüven sonucu İmralı-KCK-BDP`nin kullandığı dil Emniyet`in diliyle o kadar bütünleşmişti ki, düzenlenen komplolarda Emniyet`in mi onları etkilediği yoksa onların mı Emniyet`i etkilediği hep merak konusu olmuştu.

İşte o hengamede, her BDPli vekilin farklı medya organlarında birer manşet oğlanına dönüştüğü o ortamda açıkça şu tehditler savruluyordu: Bölgede bizden başka kimse yoktur. Bunun anlamı bizzat Öcalan`ın “yüce buyrukları” ile ortaya çıkıyordu; ya DTK`ya katılıp bize iman edersiniz, ya da size hayat hakkı yok!

O günün medyası İmralı-BDP hattı üzerine öyle bir kardeşlik bağı tesis etmişti ki, açıkçası ne ANF`nin haberlerini okuma gereği kalmıştı, ne de Roj tv`yi izleme gereği. ANF`ye düşen haberler anında Türk televizyonlarına yansımaktaydı. Yapılan programlar, sunulan haberler ise kesinlikle Roj tv`yi izlemeye gerek bırakmamaktaydı.

Gel zaman git zaman “Takke düştü, kel göründü.” Devlet politikası değişti, operasyonel süreç başladı. Ekranlar dünün BDP`li eş prens(es)lerinin yüzüne birer birer kapandı. Ekranlara çıkarılıp kutsananlar teker teker terörist ilan edildi. Dün Hizbullah operasyonları üzerinden yürütülen medya lincinin aynısı BDP-KCK-PKK`ye karşı yürütüldü.

Ve bugün ANF`nin haber-yorumlarına bakıyoruz. Neredeyse tamamı, medyaya yansıyan KCK haberlerine cevap yetiştirme üzerine kurulu. Dün Gündem gazetesini aratmayan gazetelere adeta ateş püskürülmekte. BDPli-KCKlı artistlerle süren program dizilerini yayınlama yarışına giren televizyon kanalları yalancılıkla, iftira atmakla suçlanmaktadır. Ne de olsa dünün “cicileri”, bugünün “teröristleri” olmuş ya, oluşan şok, hatta yenilen kazık, ANF`yi şoka garkeden yorumlara aynen yansımaktadır.

BDP`lilere göre yakalananların hepsi “siyasetçi.” Gerçi polis baskını karşısında binaların üçüncü dördüncü katlarından hayatı pahasına atlamayı göze alan bir “siyasetçi” profilinin dünyada başka örneklerinin olabileceğini sanmıyorum. Dünyanın hiçbir yerinde derneklere baskın yapıp insanları katleden bir “siyasetçi topluluğu” olabileceğine de ihtimal vermiyorum. İflas etme riskiyle boğuşan esnafın dükkanına Molotof atmayı hobi edinmiş bir “magandacı siyasi topluluk” olabileceği konusunda da hiç ümitvar değilim.

Ama tüm bunlara rağmen, tutuklananlar arasında gerçekten suçsuz olabilecek kişilerin olduğu/olabileceği ihtimalini de göz önüne alarak onların yaptıkları gibi tutuklama dalgalarına karşı “kına” yakmayacağız. Onların merkez medyanın elinde oynadıkları gevezelik rolünü de kendimize yakıştırmayacağız. Ama bu, “kurtarıcılık” kisvesi altında bölge insanına kan kusturan politikalarını tamamen görmezden geleceğimiz anlamına da gelmemelidir.

Ne İmralı`nın ilkesizliği, ne BDP`lilerin gevezeliği, ne Kandil`in ikiyüzlü politikası gibi bir oportünist yaklaşım içerisine girmeyeceğiz.

Belki de bizi onlardan farklı kılan özelliğimiz de bu olsa gerek. İnsanların mağduriyetleri üzerinden gevezelik yapmaktan uzak durmak… Mağduriyetlerle sevinip mağrurlarla “gönül ilişkisi”ne girmekten Allah`a sığınmak…

Evet, farkımız bu olsa gerek. Bu fark aynı zamanda beşeri ideolojilerle ilahi buyruklar arasındaki farkın bariz bir tezahürü olsa gerek.