Uzun süren bir sükunet havasından sonra silahlı çatışma ve operasyon yöntemine tekrar dönülmesi, bölgeyi yeniden bir ateş çukurunun eşiğine getirdi.

Bir müddet öncesine kadar “iyi şeyler olacak” sözleri üzerine bina edilen iyimserlik havası, yerini “intikam” duygularına bırakmış durumda.

Türkiye, bir yandan operasyonlarla ifadesini bulan asayiş ve güvenlik ağırlıklı politikaya doğru kayarken, Pkk de görüşme masasına kadar taşıdığı nev-i şahsına münhasır bir bölgesel iktidar seçeneğinde ısrarını sürdürüyor.

Çatışmaların yoğunlaşması ile beraber artan operasyonlar bir yandan KCK operasyonlarıyla birlikte yürütülürken Pkk`nin üslenme merkezi olan Irak Kürdistanı bölge idaresi de ister istemez yaşanan gerginliğin tarafı haline geliyor.

Devlet kurumları tüm imkanlarıyla Pkk`ye yönelirken asıl sorun olan Kürt meselesinin çözümü de bu şekilde ikinci plana itilmiş oluyor. İçerde “aranıp da bulunamayan Kürt sorunu” yeni konseptte Pkk ile yer değiştirmiş hale getiriliyor. Yine içerde KCK tutuklamaları ekseninde yaşanan tartışmalar, AKP, Pkk, Cemaat üçlüsü etrafında bir kısır döngüye dönüşürken, hükümet nezdinde yeni konseptle beraber baskın duruma geçen grup veya gruplar, başarısız açılım politikası nedeniyle Beşir Atalay`ın kellesini istiyor.

İçerde Pkk`nin silahlı unsurlarını etkisiz kılmak için yoğun askeri, istihbari ve polisiye tedbirler alınırken, siyasi alanda da KCK ile ifade edilen kesimlerin tasfiyesine dönük çabalar, dış destekle kemale erdirilmek isteniyor. Bu bağlamda ABD`den talep edilen işbirliği desteği “memnuniyet verici açıklamalar”la karşılanırken Kürdistan Bölge yönetiminden beklenen desteğin beklentilerin hayli gerisinde kalması, önemli bir handikap olarak görülüyor.

Her Pkk eyleminin ertesinde adet olduğu üzere gözler “sınır ötesi” ile ifadesini bulan Bölgesel Kürt Yönetimine çevriliyor. Askeri anlamda Pkk`nin etkisizleştirilmesi, Kürdistan bölgesinin aktif desteğini gerektiriyor. Ancak Kürdistan yönetiminin meseleye daha farklı boyutlarda yaklaşması, işbirliğini Türkiye açısından istenen kıvama getirmeye yetmiyor.

Son Çukurca saldırısından sonra Türkiye hem operasyonlara hız verdi, hem de Kürt yönetimine dönük “ültimatom” tadında açıklamalarda bulundu. Ankara`ya gelen Neçirvan Barzani`den sonra bu kez Mesud Barzani Türkiye`ye geldi. Bayram öncesi gerçekleşen Barzani ziyareti Ankara açısından ortak hareket-operasyon beklentisi üzerine kurulu iken Barzani`nin ortaya koyduğu formül, daha ziyade belli bir uzlaşı mantığını içeriyordu.

Elbette Pkk`nin Irak Kürdistanı bölgesi içerisinde barınıyor olması, ister istemez Kürt yönetimini olayın tarafı haline getiriyor. Dahası, uluslararası ilişkiler ve  komşuluk ilişkileri açısından Kürt yönetimini zor durumda bırakmaya, hatta bazı hususlarda adım atmaya zorluyor. Kürt yönetiminin Irak ve bölge denklemi içerisindeki zorlu konumunun farkında olan Ankara, bu konuda Kürt yönetiminin takatını zorlayacak istemlerde ısrar ediyor. Nitekim Barzani`nin son gelişinde de Ankara, Barzani`ye üç seçenek sundu. Bunlar;

-Kürt yönetiminin Pkk`yi engellemesi, ki bu, Pkk ile silahlı çatışmalara girmesi anlamına geliyor.

-Bunu yapamıyorsa Türk askerleriyle ortak operasyonlara katılması.

-Bu da olmuyorsa kara harekatı için gereken kolaylığı sağlaması.

Barzani ve Kürt yönetimi, Pkk`ye karşı daha önce denenen silahlı çatışma yöntemine girmeyeceklerini, bunun sonuçsuz bir yöntem olacağını belirtirken aynı zamanda Kürd`ün Kürde silah çekme döneminin geride kaldığını da her fırsatta vurguluyorlar. Bununla beraber Kürt yönetiminin Türk ordusunun olası sınır ötesi kara harekatına sıcak bakmadığı, bunu egemenliğine karşı bir saldırı olarak algıladığı da biliniyor.

Ama kendi topraklarının Pkk tarafından saldırı üssü olarak kullanılmasından duydukları rahatsızlığın yanında buna bir çare bulmak zorunda olduklarının da farkındadırlar. Bu nedenle Kürt yönetimi, iki tarafı da memnun edecek formüller dillendirerek bir yönüyle Türkiye`nin baskısını dengeliyor, bir yönüyle de silahlı çatışma evresinin belli bir uzlaşı çerçevesinde sona erdirilmesi gerektiğini dile getiriyor.

Nitekim Ankara`nın askeri seçeneklerini reddeden Barzani`nin çözüme dair İran KDP`si modelini önermesi, Başbakan`ın “Eğer silah bırakırlarsa parlamentonun bir çözüm zemini olacağı” yönündeki açıklamasıyla bir tür kabullenmeyi içerdiği düşünülürse, Pkk`nin bu modele ne şekilde cevap vereceği hususu, Barzani`nin arabuluculuk rolünün de sonucunu belirleyecektir.

Bilindiği üzere 1996 yılına kadar İran`a karşı silahlı mücadele yürüten İKDP, Barzani ve Talabani`nin çabalarıyla silahlı mücadeleden vazgeçerek tüm silahlı unsurları Erbil civarındaki kamplara yerleştirildi. Şu anda da o kamplarda ikamet eden KDP`liler, bir daha da silahlı eylemlere yönelmiş değiller. Aynı formül, Barzani tarafından Pkk için de Türkiye`ye sunuldu. Pkk çizgisindeki siyasal oluşumların siyasi alanda faaliyet yürütmesine imkan tanıyacak bu formül, Pkk`nin silahlı unsurlarının tıpkı KDP gibi Irak Kürdistanı`na yerleştirilmesi ve süresiz ateşkese razı olmasını içeriyor.       

Türkiye`nin kabul edeceğine kesin gözüyle bakılan bu formüle Pkk`nin nasıl bir cevap vereceği, Barzani`nin yürüteceği görüşmelerden sonra netlik kazanacaktır. Ancak silahlı güç yöntemini hareketinin merkezine alan Pkk`nin paravan gözüyle baktığı siyasi kurumlar lehine sahadan çekilmesi, şiddetli bir baskı olmazsa kolayca kabul edeceği bir çözüm yöntemi olarak görülmeyecektir. KDP`nin böyle bir formüle razı olması, bölgesel alanda hareket kabiliyetinin kısıtlı olması ve İran içerisindeki etkinliğinin Pkk`nin Türkiye içerisindeki etkinliği yanında çok sınırlı kalmasının bir sonucuydu.

Ayrıca “Demokratik özerklik” kılıfıyla gizlenmiş stalinist bir bölgesel iktidarı devlet kurumlarıyla pazarlık konusu haline getirebilmiş bir Pkk olgusunun Türkiye siyaset sahnesinde akibeti meçhul bir takım siyasal faaliyetlere feda edilmesi, Pkk elitistlerinin kolayca vazgeçebileceği bir realite görünümünden hayli uzağa düşmektedir.

Böyle bir formülü kabul etmemesi durumunda arada en fazla zorlanacak olan da Kürt yönetimi olacaktır. Bu durumda Türkiye`nin tezlerini kabul etmek ile rest çekmek arasında kalacak bir Kürt yönetiminin bölgesel şartlar ve kritik konumu nedeniyle Türkiye`ye çok da fazla direnme şansının olamayacağı açıktır.