“İlkesiz siyaset… Vicdanı sollayan eğlence… Çalışmadan zenginlik… Bilgili ama karaktersiz insanlar… Ahlaktan yoksun bir iş dünyası… İnsan sevgisini geri plana itmiş bilim… Özveriden yoksun bir din anlayışı…”
Gandhi, şayet günümüzde yaşıyor olsaydı, muhakkak ki bu saydıklarına onlarca madde daha eklemek durumunda kalacak idi.
Gandhi`nin saydığı tüm maddeler bugün için hala geçerliliğini koruyorsa da “Özveriden yoksun bir din anlayışı”nın Türkiye`de revaç bulması, günümüzde yaşanan devasa toplumsal ve siyasal sorunların en kuvvetli çözüm alternatifi olmaya aday İslami çözüm modeline rağmen dindarların dini alanın dışına kayan çözüm arayışları şekline dönüşmüştür.
Özveriyi geri plana atan dini anlayış, din adına misyon temsilciliğine soyunmakla beraber hassas meselelerde dini hassasiyetlerin egemen sistemin ihtiraslarına peşkeş çekilmesi olayıdır. Başlangıcı, İslam tarihinin Hulefa-i Raşidin döneminin son demlerine denk gelen bu anlayış, dönemin ruhuna uygun olarak “Emeviye İslamı” olarak da isimlendirilmiştir. Emeviye sarayının ihtişamına kapılarak sarayın sofrasından beslenen, biraz da saray ehlinin gazabından çekinilerek İslamı, siyasi bunalımların çözümünde savunmasız bırakan, hatta sarayın gayrı İslami uygulamalarının önünü açmada kullanan belli bir zümre türemişti. Bu zümre, sadece Muaviye döneminin uygulamalarını meşrulaştırma operasyonu yürütmekle kalmadı, Yezidi uygulamaların da savunucusu konumuna düştü. Meşrulaştırma operasyonları öyle bir hal aldı ki ne Huseyn`in kesilen başı, ne de Zeyneb`in gökleri inleten feryadı artık din adına ortaya çıkan bu çığırın temsilcilerini iktidarın vahşi cazibesinden kurtarmaya yetmedi.
Saray adına politikaları meşrulaştırma görevi yürüten “ulema zümresi”, bir taraftan sarayın pervasızlığını artırırken diğer taraftan saray erkini de zaman içinde uygulamaların bir kısmını meşru görmeyen önemli dini mercileri akreditasyon seçeneğiyle karşı karşıya bırakmaya yöneltti. Hal böyle olunca da, çalışmalarıyla, fedakarlık ve ihlaslarıyla günümüze kadar etkileri süren değerli dini şahsiyetlerin neredeyse tamamı saray ağalarının zulmüne maruz kalarak zindanlara atıldılar.
Elbette Emeviye saltanatıyla başlayan bu uygulama, sadece Emeviler dönemine has bir durum değildi. Ciddi siyasal ve toplumsal sorunların belirdiği her zaman ve ortamda İslami duyarlılıkla bütünleşen kişi ve toplulukların üzerine düşen görev, sorunların çözümünde İslami çözüm modeli üzerine kafa yormaları ve kitlelerin de hakim dili olacak bir İslami söylemin geliştirilmesidir.
Şu zaman diliminde İslam dünyasının neredeyse tamamında siyasal ve toplumsal değişim sancıları yaşanmakta, her ülkenin kendine has aşması gereken sorunları bulunmaktadır. Sorunların aşılmasında yaşanan sancılar beraberinde İslami duyarlılık ve kuvvetli bir İslami söylem getirdi. Oysa Türkiye`de yaşanan sorunlarda sistemin geleneksel şamar oğlanlarına dönüştürülerek dövülegelen İslami kesimlerin hassasiyetlerinden taviz vererek sisteme entegre olma çabasını beraberinde getirdi.
Yıllardır sistemin hassasiyet sahibi müslümanlara yönelik ayırımcı tutumunu sayıklayarak günümüze taşıyan İslami kesimlerin önemli bir bölümü, özellikle Ak Parti iktidarıyla beraber geleneksel politikaların savunucusu konumuna düşerek daha önce talepte bulundukları haklarından da feragat etme noktasına gerilemiş bulunmaktadırlar.
Elbette bu, topyekün bir Ak Parti eleştirisi değildir. Ak Parti bugün hükümet konumundadır. Ancak Türkiye`deki siyasal yapılanmada hükümetlerin etkisi, şartlar olumlu manada değişim göstermiş olsa da cüzi bir oranın üzerine çıkmış değildir. Nitekim bunun en bariz örneği, başörtüsü sorununun bir türlü aşılamaması veya idareten çözülen alanlarda da yasal güvence altına alınamamasıdır. Halkın yüzde sekseninin kalkmasından yana olduğu bir yasağın kararlılıkla yürürlükten kaldırılamamış olması, siyasi iktidarın devlet aygıtına hükmetme oranını da büyük oranda göstermektedir.
Uygulanan olumlu politikaları elbette görmek gerekir. Ama olumsuz adımların savunucusu konumuna düşmek de İslami hissiyatın kabullenemeyeceği bir realitedir. Siyasi iktidara yamanmak suretiyle hükümet üzerinden yürütülen devlet politikalarının tavizsiz savunuculuğuna oynamak, kendileri şahsında İslamın tüm sorunların üstesinden geleceği tezine de gölge düşürmektedir.
Nitekim devletin zorba Kürt politikasının ürünü olarak ortaya çıkan PKK sorunu karşısında İslamın ruhuna uygun kendine has bir çözüm politikası geliştirip hükümete dayatmak yerine gerektiğinde İslami değerlerin de katık yapıldığı geleneksel devletçi söylemin avukatlığına soyunmak neredeyse Türk İslamcılığının meşruiyet zeminine dönüşmüş durumdadır. Bu haliyle oluşan fiili durum, tasfiye edilen ‘ulusalcı sol` yerine ‘ulusalcı muhafazakar`larla devletçi söylemin yeni tarz üzere dizaynı şeklindedir. Kürt halkının PKK`nin etkisinden kurtulmasına dönük yükselen “İslam kardeşliği” söylemi, yakın zaman öncesine kadar İslamcıları PKK`den bile daha beter gören devletin politikaları karşısında koşulsuz bir kabullenmeye dönüşmektedir. Bu durum, “Müslüman aydınların Çanakkale savaşından sonra yaşadığı ikinci büyük felaket” diye tarif eden Ali Bulaç`ı yüzde yüz haklı çıkarmaktadır.
Kendi sabitelerinden devlet yararına feragat etmekle kalmayan İslamcı aydın, yazar veya aktivistler, bugün için yol gösteren, çözüm önerileri sunan, sosyal-siyasal bunalımlara çözüm üreten bir konumda olmadıkları gibi, hükümet hatırına devletin kurucu felsefesinin günümüze sarkan tüm olumsuzluklarının da savunucusu olmaya başlamışlardır. Hatta bununla da yetinmeyerek karşıt refleks verebilecek her alana meşruiyet operasyonuna çıkan öncü birliklere dönüşmüş durumdadırlar.
Şemdinli`de ölen askerlere üzülebilir, bunun üzerinden PKK`yi tabii ki eleştirebilirsiniz. Ama bunun karşılığı, Kazan Vadisindeki operasyonla coşmak, ölen PKK`li sayısını açık artırmaya çıkarmak ve bunun üzerinden rahatlamak, sıkılan her kurşuna alkış tutmak suretiyle okşanan milliyetçi duygulara İslami renk katmak olmamalıdır.
Bugün çokça eleştirilen eski solcu-maocu liberal tayfası, belki de PKK ile ideolojik yakınlıkları sebebiyle son süreçte yaşananları mahkum ederken sistemle kucaklaşan İslamcıların uçan Skorsky`lerle havalara girip liberallere laf yetiştirmekle yetinmesi, mensubu oldukları İslami çizginin karizmasına en büyük çiziği atmaktadır. Kaldı ki tezahüratlarının karşılığı olarak görünür kılınan bu İslami kesimler, aynı zamanda meseleye köklü bir yaklaşım sergileyerek sorunların çözümünün dayanacağı yegane zeminin İslam olacağına dair kararlı söylemler geliştiren “ikinci sınıf” Müslümanların sesini kısmayı da “gizli görev” olarak yüklenmişlerdir.