Geçen Pazar günü Van`da meydana gelen deprem hadisesi, her doğal afet sonrasında olduğu gibi geride devasa mağduriyetler bırakırken, canı yanan insanlar üzerinden yaşanan siyasi polemikler, “depremin siyasallaştırılması” gibi garip bir durumu da beraberinde getirdi.
Öyle ki, depremi siyasallaştırma operasyonları, farklı cenahların bildik söylemleriyle bina enkazlarını geride bırakan bir siyasi enkaza dönüşmüş vaziyette.
Deprem mağdurları, enkaz altında kalanları kurtaracak yardım ekipleri veya başlarını sokacak bir çadır beklentisi eşliğinde kader-i ilahiye sonsuz teslimiyetlerini bildiren olgun tavırlar sergilerken sosyal medya üzerinden başlayan “oh olsun!” naraları, bir anda dikkatleri faşizan duyguların hortlamak için ne denli fırsat arayışı içinde olduğu gerçeğine çevirdi.
Faşist homurdamaların sosyal medyaya uzanan kısmı, “serseri takımının işi” düşüncesi hakim iken, medenilikte boy ölçüşülemeyecekler listesinin zirvesine oturtulan “habise-i müennese” tayfasının ekranlardaki kraliçelerinin ağzından taşan ırkçı öfke, aslında “Oh olsuncu” grupların hiç de küçümsenmeyecek bir ardıla sahip olduğunu gösteriyordu.
Neyse ki, aynı tayfanın farklı versiyonları diyebileceğimiz ve daha çok “müzekker” ağırlıklı olan görsel medyanın ağır topları devreye girdiler ki, vaziyeti kurtarma peşine düştükleri belliydi. Yapılan densizliklerin izalesine odaklanarak mağduriyetleri ekrana taşıma yarışmasına odaklandılar. Gel gör ki onlar da kalplerinde sakladıkları kinlerini daha fazla tutamayarak Vanlı mağdurları bir başka yöntemle vurma yarışına giriştiler. Kimisi, artçı sarsıntılar esnasında yükselen “Allah-u Ekber” nidalarına dayanamayarak, kimisi her şeye rağmen “takdir-i ilahi” yaklaşımına isyan ederek sosyal medyadaki ırkçı saldırıların tamamlayıcısı-destekleyicisi oluverdiler.
Neredeyse tamamı vesayet döneminin silahşörlerinden oluşan bu kesimler, aslında tıpkı müennes akranları gibi “habise-i müzekkere” tayfasından olduklarını gösterdiler. Vanlı`nın enkaz altındaki iniltilerini, soğuk havada üşüyen çocuklarını ikinci plana atan bu tayfa, Vanlı`nın etnik aidiyeti üzerinden keyif çatan akranlarının tamamlayıcısı olarak bu kez İslami aidiyetlerinin törpülenememiş olmasının sarhoşluğuyla “ilahi takdire ilan-ı harb”e yöneldiler.
Aslında kim bilir, belki de kurtarma ve yardım organizasyonundaki geleneksel devlet başarısızlığı üzerine “Vanlı`dan hükümet düşmanlığı devşirme” projesi güdülürken yaşanan afet karşısında “İlahi takdir”e vurgu yapılması, kimyalarını bozmuş da olabilir. Ölümü süslü tabutlar içerisinde Teşvikiye`nin süslü mermerleri üzerinden gayri yerlerde düşünmek, onlara göre ilahi takdir olamazdı. Hele hele arada bir tekbir seslerinin yükseliyor olması, İslami hassasiyetlerinin hala savaşılabilir durumda olduğunu bir kez daha hatırlatıyordu sanki.
Zaten hem Kürt hem de Müslüman olmak katmerli suç değil miydi, habis tayfanın kirli literatüründe.
Medya üzerinden bunlar yaşanırken depremi PKK`nin etkisizleştirilmesine, PKK`nin etkisizleştirilmesini de Kürt sorununun çözümüne indirgeme çabaları da utanç tablosunun bir başka yönünü oluşturuyordu. Tıpkı insanların mağduriyetlerini hükümete karşı “devrimci direniş”e tahvil ederek siyasi rantta bir adım daha öne geçme çırpınışları gibi.
Evleri yıkılan mağdurların kış şartlarında çadır beklentileri süredursun ama, doğal afetler tarihinde belki de bir ilk(ellik) yaşanıyor. Mağdurların ihtiyaçlarına cevap verilememesinin en önemli nedeni koordinasyondaki beceriksizlik olsa da sel gibi akan yardım malzemelerine rağmen aslolan yaraların sarılması yerine yardımların kimin eliyle yapıldığı mesajının öne çıkarılması, kimden gelirse gelsin, mağduriyetten siyasi ayrıcalık kotarmak gibi gayri insani bir siyasi pazarlamacılık kurnazlığını beraberinde getiriyor.
Mağdur halk, siyasal etkinlik mücadelesinin nesnesine indirgenme çabalarında “yağmacı” konumuna düşerken yılların birikimi olan insani taleplerin yapılacak yardımlarla çözülemeyeceğini bile bile bunu toplumsal hak taleplerini yatıştırma-bastırma aracına indirgemek, tıpkı bu işten “demokratik derebeylik” devşirmek kadar abes kaçıyor.
Çatışmacı zihniyetin çözüm üretmek yerine “kör ile sağırın birbirini ağırlaması” gibi artık pek anlamlı gelmeyen çözümsüzlük politikalarına karşı depremle oluşan mağduriyetleri bir çıkış kapısı olarak algılaması, bugün için Vanlıların sırtına siyasi nitelikli ikinci bir enkaz olarak yüklenmişse de, aslında bundan çıkış noktasını işaret eden yine Van halkının kendisi olmuştur.
Oluşan yıkımı takdiri ilahi, bir türlü eksilmeyen şiddetli artçı sarsıntıları da Allah-u Ekber nidasıyla karşılayan Van halkı, belki de doğal bir refleksle siyasi-çatışmacı kirlilikten çıkış yolunun adresini de farklı cenahın egemenlerine göstermiş oluyordu.
Müslüman halkın samimi duygu ve kardeşlik tezahürünün bir yansıması olarak Van`a akan insani yardımlar, şimdilik siyasi taraflar arasında üstünlük kurma silahına dönüşmüş ise de Van halkının müslümanca tevekkül ve teslimiyet anlayışı eşliğinde yükselen tekbir sesleri, infak ve yardımlaşma duygusuna verilen müslümanca teşekkürün adı olup karşılığını bulmuştur.
Maddi anlamda yardımlaşma kültüründen yoksun olan laikçi, liberal, sol, ulusalcı sol için her türlü soruna İslami çözüm sloganı sinir bozucu gelse de geri dönülemez zannedilen zorlukların en sonuncu halkasında tek sığınağın tekbir sesleri ve tevekkül kültürü olacağı gerçeği, sadece doğal afetlerle sınırlı bir sosyolojik gerçek değildir. Siyasi afetlerde de sorunların en can alıcı noktaya gelmesi, tıpkı doğal afetlerde görüldüğü gibi sığınma ve çözüm merciinin de adresini gözler önüne sermiştir.
Varsın bugün için çözüm kaynağı olarak liberalizm veya stalinist sistemin karbonlu kopyası öne çıkarılarak İslami çözüm seçeneği danışıklı olarak karartıladursun. Zaten mağdurlara acil yapılması gereken yardımların “veren el” kavgasına kurban edilerek meselenin bir tür aşiretler arasında muhtarlık seçimi gibi basit bir rekabete dönüştürülmesi, siyasal çözümde karşılıklı iflasın yüksek sesle ilanı değil midir?