Yine aynı mahkeme! Özel… Hem de çok Özel Malatya 3. Ağır Ceza Mahkemesi… İstiklal Mahkemelerinden kalma özelin özeli bir ihtişamla resmen “Adam asmaca” oyununa odaklanmış gidiyor.
Henüz İhya-Der üyelerine kesilen acımasız faturanın yankıları dinmemişken… Verilen 150 yıllık cezanın neye mütekabil geldiği merakı giderilmemişken bu sefer de Adıyaman merkezli operasyonun sanıklarına çullandılar. Beş sanığa toplam 50 yıllık bir ceza faturası ile…
Neymiş… Kutlu doğum etkinliklerine katılmışlar! Neymiş… siyonist zulmünü kınayan basın açıklamalarında bulunmuşlar. Başka… Kur`an yakan keşişi ve keşişler ülkesi Amerika`yı protesto etmişler… İslami düğün yapmışlar… Öğrenci evlerine maddi yardımda bulunmuşlar, erzak ve kap kacak vermişler! Haa!.. Bir de pikniğe de gitmişler!
Bu gerekçelere güler misiniz, ağlar mısınız, size kalmış! Ama ne gülen ne de ağlayan, tam aksine her etkinliği matadorun elindeki kırmızıya benzeten bir boğacılık felsefesi ve tribünlere boynuzunu dikip saldırıya geçen iri yapılı varlıklar var karşımızda. Yeter ki Ankara semalarından karanlık bir ses “Oleyy!” çekiversin!
Kaçar mı efendim, Kel Alilerin Kılıç sallayan evlatlarının gözünden! Şaron`a saygı nöbetine tutulanların gözleri önünde “Kahrolsun Siyonizm” sloganlarını atmak haa!.. Yer mi efendim bunu, “sivil konseptin kara cübbelileri.”
Cumhurbaşkanından başbakanına… Yandaşından rantdaşına! Herkes İsrail karşıtlığını geliştirebilir. Herkes israil`e hoop çekebilir? Ama siz diyemezsiniz! Diyemezsiniz, çünkü onların demesi başka… Sizlerin demesi daha başka! Onlar, tükenmiş bir İsrail hükümeti üzerinden ecdad hatıralarına uzanacak tatlı bir yolculuğun hayalini kurar iken, sizlerin İsrail karşıtlığı ata yadigarı imparatorluk özlemini çağrıştırmıyor ki!..
Ne yani! Kur`an yakan keşiş hikayesi ısrarla hasıraltı edilmeye çalışılır iken, size mi kaldı yırtıcı keşişleri ve dahi Amerika`yı protesto etmek… Bilmez misiniz füze kalkanını savunma reflekslerini ve dahi Amerikan karşıtlarının üzerinde dolaşan predatorların nokta saldırısı yapacaklarını…
Kahrolsun siyonizm diyen insanların önüne ağır cezalık faturalar çıkarılırken şu hurafelere bakın! “Vay efendim Türkiye ile israil arasında her an çatışma çıkabilecekmiş!” Aklınız alıyor mu bilmem; ama benimki almaya hiç mi hiiiç müsait değil! Keşke külahım olsaydı da aklım yerine birileri bunu külahıma empoze etseydi!
Ankara`dan, İstanbul`dan “Cambaza bak cambaza…” diyerek dikkatleri israil`e çevirmek güzel de… Malatya`da, ceplere dadanan hırsızlara özenenlerin israil`e savaş açacağı`na mı inandınız?!
Demokrasi`nin “Kontrollü” versiyonu…
Her şey bir tarafa; ama Elazığ İhya-Der`e yönelen yargı suikasti henüz hafızalarda iken bu kez Adıyaman merkezli uyduruk bir senaryoyla oluşturulan İslami STK davasında yeniden ceza yağdırımına yönelinmesi, “İleri demokrasi” sürecinin bölgeye uğrar iken yaşadığı kırılmanın en gerçekçi izahatıdır. Demokrasi süreçleri işletilirken karanlık mahfiller önceden bir tür “siyasi tahmin raporları” oluştururlar. Bu raporlar doğrultusunda demokratikleşme süreci belli alanlarda “cici” suratını gösterirken asıl özgürlük sancılarının çekildiği bölgeler/alanlar “Kontrollü demokrasi” denen, her an beraberinde ne tür belalar yağdıracağı tahmin bile edilmeyen çok kavisli bir seyir izleyerek kuşatmaya dönüşür. Zaten “kontrollü demokrasi”, Halka örgütlenme özgürlüğü tanıyan ancak bu özgürlükten faydalanan kesimler arasında seçicilik ilkesi işletilerek belli normlar tayin eden yapmacık bir demokrasi türüdür. Kontrollü denen bu yapmacık demokratik anlayışa göre bir takım haklar kısıtlanmak suretiyle başka ülkelerde görülmeyecek yöntemler uygulanma yoluna gidilir. Böyle durumlarda halktan zaman zaman itirazlar yükselse de, acımasız uygulamalarla insanlık onuru ayaklar altına alınsa da uygulanan kısıtlamaların uzun vadede yararlı olacağına kanaat edilir.
Dolayısıyla gerek İhya-Der davası, gerekse de son Adıyaman merkezli davalarda sanıkların çarptırıldıkları astronomik cezalar için öne sürülen gerekçelerin gerçekçilikten de, bugün için Türkiye`nin içinde bulunduğu şartlardan da uzak olmasının sebebi, bu demokratik sapkınlık anlayışının ürünüdür. Şayet bu gerekçeler “kontrollülük” mekanizmasının işletilmesi sonucu olmasaydı, en kudurgan diktatörlüklerin hüküm sürdüğü yerlerde bile eşine rastlanmayan bu tür gerekçelerle insanların hayatlarını karartma operasyonları, Türkiye`nin başka bölgelerindeki sivil aktiviteleri de tamamen imkansız hale getirmiş olacaktı.
Oysa bakıyoruz, ister adına uyduruk tabirle Doğu-Güneydoğu deyin, isterse Kürt bölgesi deyin buralarda yapılan etkinliklerin benzerleri, batı bölgelerinde de yapılmaktadır. Hatta aynı etkinlikler batıdaki çevrelerce Kürt bölgelerinde icra edilenleri televizyon kanallarından naklen bile yayınlanmakta ve beğeni bile toplamaktadır. Ama temelleri Kürt bölgesine dayanan her çeşit etkinlik, batı bölgelerinde de yapılsa malum saiklerle belli bir süre sonra yapanların karşısına örgüt üyeliğine gerekçe olarak çıkarılmakta ve acımasız cezalara gerekçe yapılmaktadır.
Burada amaç, gerçekten de işlenen bir suçu cezasız bırakmama ya da suçlulara devletin gücünü gösterme meselesi değildir. Hukukun işletilmesi meselesi ise hiç değildir. Tamamen keyfi, hukuksuz, bariz bir niyet okuma ve her şeyden önce de karanlık mahfillerin çizdiği yol haritasının hukuki sürece uyarlanması durumu söz konusudur. Soruşturma, yargılama süreçleri Ankara`dan gönderilen tamamen gizli kapaklı emirnamelerin istenilen bölgelerde hedef kesimlere tatbik edilmesi süreçleridir. Hal böyle olunca da meseleyi hukuki veya insani açıdan irdeleme gereği de kalmamaktadır. Şapkayla mahkeme binasına giren gazeteciyi “Ulan gavur! Sen anandan şapkayla mı doğdun” diyerek tekme tokat nezarete atan Ankara İstiklal Mahkemesi üyesi Kel Ali`nin, şapka kanununa muhalefetten sayısız kişiye idam cezası vermiş olması ne derece hukuki ise, İslami STK`lara reva görülen insanlık dışı davranışlar da ancak o kadar hukukidir.
Dolayısıyla siyasi iktidar özgürlükler alanında her ne kadar atılan kimi adımları “İleri demokrasi” standardı olarak adlandırsa da bunun kuşatıcı bir alan kazanamaması ve bölgeye uzanınca bariz bir “kontrol/te`dip” mekanizmasına dönüşmesi, bu alandaki tüm sorumluluğu hükümetin omzuna yüklemektedir. Hükümet verdiği vaadlerle oy potansiyelini artırdıkça, gücüne güç kattıkça vaat ettiği özgürlük alanlarının gelişmesi yerine daha milliyetçi-muhafazakar bir çizgiye kayıp geleneksel devlet politikalarıyla biraz daha özdeş hale geldiğinin farkına varamamakta, bu da her şeyden önce sürecin kendileri aleyhine de işlediğini göstermektedir.
Özgürlükçü söylemden sapıp aşırı milliyetçi-muhafazakar yöne giderek daha fazla savrulması her şeyden önce vaat ettiği “demokratik standartların” giderek flulaşmaya başladığının göstergesidir. Demokrasiyi salt seçmeni etkileme ve oy oranında artış sağlama; seçimleri de eski politikaların yeni aktörlüğünü tescilleme aracı olarak görme eğilimine girmesi, istikbalde kendisini de vurabilecek bir kısır döngüye doğru yol almaya başladığının tipik örneğidir. Elbette kısır döngüye giden sürecin perspektifini oluşturan sadece iktidar partisi değildir. Belki kimi uygulamalar iktidar partisinin arzu etmemesine rağmen de olsa bile uygulayıcı olarak iktidar partisinin vitrini süslemesi, olumsuz faturanın tümünün de iktidar partisine kesilmesi sonucunu beraberinde getirecektir.