Ortadoğu`nun geneline bir haller oluyor. IŞİD üzerinden kısa zaman önce revize edilen bölgesel ittifak, giderek İran`dan Yemen`e uzanan geniş bir alanda “İran/Şii/Milis” kavramları üzerinden yeniden şekillendirilmeye çalışılıyor.

IŞİD üzerinden şekillenen dışlayıcı/saldırgan söylem, herhalde kısa süre sonra yerini “İran/Şii/Milis” kavramları etrafında şekillenmeye terk edecek gibi görünüyor.

Bölgesel projeler ve bu minvalde oluşturulan değişken ittifaklar, takdir edersiniz ki en çok bölgedeki ülkeleri etkiliyor. Dönemsel planlama ve değişken ittifaklara hiç zorlanmadan adapte olanlar, kukla sıfatıyla anılsalar da pek fazla etkilenmeyebiliyor. Ama gücüyle orantısız da olsa “bölgesel iddialar” peşinde koşan bölge ülkeleri belki karizma, belki ideal, belki de milli gurur gibi nedenlerle değişken ittifaklar bağlamında önce adaptasyon sorunları yaşıyor, peşinden de en fazla etkilenen ülkeler haline gelebiliyor.

Gelelim Türkiye`ye!

Kukla veya bölge jandarması gibi nitelemelerle anılan Türkiye, AKP iktidarıyla beraber bölge üzerine ideal besleyen bir konuma terfi ediyordu. Arap Baharı`nın başlaması ve olayların Suriye`ye sıçraması esnasında küresel aktörlerin bölgesel ajandasıyla da uyumlu olması hasebiyle Türkiye`nin beslediği büyük idealin, sahadaki gücüyle ne kadar orantılı olduğu gerçeği çok da net görünmüyordu. Bölge üzerine büyük idealler besleyen bir ülkenin kendi içinde bir iç sorunla boğuşuyor görüntüsü vermesi şık bir görüntü vermiyordu. Bu durumda kısmen Kürt sorunu, tamamen de PKK sorunundan sıyrılması gerekiyordu. İşte adına “Çözüm süreci” denen olgu böyle avantajlı bir esnada start alıyordu.

Ancak Suriye üzerinden kurulan idealler belli bir süre sonra beklenen başarıyı göstermedi. Suriye karşıtı ittifak dağıldı, “direniş” kavramı yerini “terör” ya da “radikal İslamcı” kavramlarına bıraktı. Muazzam bir ayrışma yaşanıyordu müttefikler arasında. İttifaka patronajlık yapan küresel aktörler Suriye ve Ortadoğu üzerine kurdukları planlarda revizyona giderken, Türkiye hem bölgesel bazda yeni duruma muhalif kalarak yalnızlık imtihanıyla baş başa kaldı hem de içerdeki “Çözüm süreci” karşısında eski müttefiklerinin örgüt üzerinden yaptıkları tazyiklerle baş etmeye çalıştı.

Batı ile dostlukları olan bölge ülkelerinin ortak kaderi, Batı`nın değişken politikalarına uyum sağlamadıkları zaman iç dengelerde baş gösterecek siyasi ve toplumsal fay hatlarının harekete geçirilmesidir. Hükümetler üzerinde içerdeki baskı enstrümanları kullanılarak bölgesel planlamalara adapte edilmeye mecbur bırakılmaya çalışılır.

Birden bire patlak veren “Paralel darbe” girişimi, hükümete ciddi bir uyarıydı. Neyse ki hükümet şimdilik bunu kısmen bertaraf etmeyi başarmış gibi görünüyor. Paralel darbenin sonuçsuz kalması, içerdeki enstrümanların değişmesini beraberinde getirdi. İkinci ve belki de en etkili enstrüman kuşkusuz ki hükümetin de çokça önemsediği “Çözüm süreci” ve PKK denen taşeron örgütün harekete geçirilmesiydi.

Burada çok farklı kulvarlarda görünseler bile kullanılacak enstrüman olarak PKK ile Paralel Yapı arasında muazzam benzerlikler vardı. Aynı şekilde hükümetin önemsemesi ve zincirleme olarak yaptığı hatalar bakımından da benzerlikler hayli fazlaydı.

Her iki örgüt de dönemsel olarak hükümetle müttefik görünmelerine karşın Washington`dan emir almaları en belirgin benzerlikleriydi. Buna karşın hükümet, iki örgüte de o kadar güvenip alan açtı ki, “Ne istediler de vermedik” noktasına gelmekle kalmadı, güvenmenin sınırlarını dahi yırtmaya başladı.

Hükümet, Paralel`i defterinden zaten sildi. Ama PKK ve dolayısıyla süreçle aldatılmanın uzun sürmesi, bu kez Cumhurbaşkanı ile hükümeti karşı karşıya getirmekle kalmadı, hükümetin içinde de çatlakların oluşmaya başladığını gösterdi. Oysa PKK`nin de aslında barışla ilgilenmediği, sadece Paralel`in yarıda bıraktığı hükümeti, daha doğrusu Erdoğan faktörünü arkadan hançerleme görevini kalan yerden sürdürme sürecini yürüttüğü aşikardı.

Daha önce Pensilvanya`yı kutsayan, hükümete karşı diş bileyen içerdeki tüm kesimler son dönemde Kandil`i kutsamaya başlamıştı. Pensilvanya`ya koşup vaftiz sırasına girenlerin tümü, son dönemde Kandil`e koşup “kendini devrimci yetiştirmenin” yarışına girişmişti. Paralel`i Türk ve İslam dünyasının yegane temsilcisi gören kampanyanın tüm tetikçileri, bu kez Kandil ve PKK`yi Kürtlerin yegane temsilcisi olarak pazarlamaktaydılar. Pensilvanya etrafında kenetlenen derin artıklar, dışlanmış devrimci çapsızlar, bu kez Kandil PKK ve HDP etrafında yanaşık düzen sergilemişlerdi.

Paralel ellerle İslami çalışma ve oluşumlara sekte vurmak isteyen tüm düşman tayfalar, bu kez Kandil ve PKK eliyle buna yönelmişlerdi.

İşin garip tarafı ise, Kandil ve PKK`yi kutsayan, Kürtlerin yegane temsilcisi diye pazarlayan ve bir algı operasyonu olarak “Kürt siyasi hareketi” kavramını zihinlerde şekillendirme mücadelesi verenlerin içerisinde hükümetteki bir kanadın ve hükümet yanlısı medyadaki önemli bazı kalemşörlerin rol almış olmasıydı.

Paralel, şişirilip dev aynasının karşısına geçirildi. PKK ise elindeki silahları kutsanarak silahların kendisi için ne kadar hayati önemde olduğu vurgusu yapıldı. Ve hükümet, silahların bu denli kutsandığı bir ortamda PKK`nin silah bırakacağına inandırılmaya çalışıldı. Hükümet bu zokayı yuttu mu? hem de nasıl! Ta ki Öcalan`ın “silahsızlanma” çağrısı yapacağı söylenen Newroz mesajına kadar.

Newroz mesajı üzerine medya sallamasyonları o denli abartıldı ki, adeta her Kürt Newroz`a gitmeye, kutsal metni dinleme anına tanıklık etmeye mecbur bırakıldı. Üstelik bunu en çok yapan da hükümet yanlısı medya oldu.

Erdoğan`ın medya önünde yaptığı itirazlar, bir anlık bir mesele değildi. Gerçi sürecin PKK`yi bu denli pervasızlaştırmasında kendisinin payı azımsanacak değildi, ancak gövdesini koyduğu sürece bu denli yaptığı itiraz, aslında sürecin kendisinden ziyade hükümet içindeki garip kanadın süreç üzerinden çevirdiği dolaplara idi.

Erdoğan`ı istemeyen tüm kesimlerin bileşkesi haline gelen Kandil ve HDP`nin çözüm isteyen Erdoğan`a karşı cephe alırken ikinci bir Paralelci hevese savrulması, aslında bir çok şeyi ifade etmeye yeterdi. Erdoğan ve AKP karşıtı koalisyonun merkezi haline gelen Kandil ve HDP üzerinden seçim sonrası için yapılan kaos ve kalkışma senaryoları da yüksek sesle ifade edilmekteydi.

İçinde çokça eleştirilebilecek unsurlar bulunmasına karşın “İç Güvenlik Paketi`nin” hükümetteki “çözümcü” kanada rağmen Erdoğan`ın baskısı ile çıkarıldığı biliniyor. Buna karşın MİT Müsteşarı Hakan Fidan`ın Erdoğan`a rağmen milletvekilliği için MİT`ten koparılma girişimi, aslında Ankara merkezli bir takım ayak oyunlarının işaretlerindendi.

Kim ne derse desin, PKK ile çözüm süreci artık yürüyecek gibi görünmemektedir. Nitekim hükümetin çözümcü kanadı ve bir kısım medyasının pohpohlamasına rağmen Öcalan`ın Newroz mesajının  fiyasko çıkması PKK cenahı için de sürecin sadece bir taktikten ibaret olduğunu ıspatlamıştır. Gelinen noktada ne PKK, ne de Erdoğan ve hükümetteki ekibinin sürece inancı kalmamıştır.

PKK, seçim sonrasına sarkıtılan kaos senaryosunun işlerliği için hazırlıklarını yaparken, Erdoğan ve ekibi de aynı şekilde kaosu göğüsleme hesabı yapmaktadır. Erdoğan`ın son çıkışları, hükümetteki çözümcü kanadı ya da paralel hükümetin olası icraatlarını şimdilik dizginlemiş gibi görünse de ilk geçmeleri gereken sınav, hükümetteki bu derin kanadın etkisizleştirilmesinin sağlanmasıdır.