Göktaş Hoca`nın yazısı, ANF`ye de yansıyan DTK`nın Mustazaf-Der`i çatısı altına alma teklifine cevap verilmediği açıklamasıyla ilgili biraz da dolaylı eleştiri içeren cümlelerle bitmekteydi.

Aslına bakılırsa Türk oluşundan dolayı Göktaş Hoca`nın söz konusu alanla ilgili yazı yazması, zaten öküz altında buzağı arayan sayısız kişilerin iştahını kabartacağı riski daima bulunmaktadır. Hatta Göktaş Hoca`nın söz konusu yazısından dolayı gazetedeki bir arkadaşımıza “Keşke bu tür meseleleri Göktaş Hoca yerine bizden biri yazsaydı… Çünkü iyi niyet yoksunu eşhasın Göktaş Hoca üzerinden spekülasyonlara girişmesi riski daima mevcuttur” demiştim ki, öngörümde yanılmadığım anlaşıldı.

Evvela bir meseleyi, bir bakış açısını hatta bir şahsı makul ölçüler içerisinde kalmak koşuluyla eleştirmek eleştirmenlerin en tabii hakkıdır. Nitekim bahse konu kişi olan Ali Sönmez de periyodik aralıklarla özellikle gazetemizin sayfaları arasından cımbızla çektiği cümleler üzerinden yoğun bir eleştiri kampanyası yürüttüğü, geçmiş yazılarından da anlaşılmaktadır. Ancak son yazısı, eleştiri mantığıyla asla bağdaşmayacak küfür ve hakaret içermesi, ister istemez bizi, niyet sorgulamasına sevk etmiştir.

Doğrudur, Göktaş Hoca müteaddit defalar, batıda yozlaşmaya/dünyevileşmeye kapı aralayan bazı akımların giderek insanları tevhidi anlayıştan uzaklaştırdığı gerçeğinden hareketle destek verdiği bölge Müslümanlarının mütevazi duruşunu bir ümit, bir örnek, bir kılavuzluk çizgisi olarak değerlendirmekte, bu akımın batıda/ Türkler arasında da bir lokomotif görevi görmesi umudunu sıklıkla dile getirmektedir. Katılırsınız katılmazsınız ayrı mesele. Ya da önem atfettiği bölge Müslümanları böyle bir model oluşturabilirler mi? O da tartışmaya açık bir konu. Ancak sırf bu görüşünden dolayı bırakın Göktaş Hoca`yı, sıradan bir insanı bile rencide edip töhmet altında bırakacak cümleler sarf etmek, İslamilikle de Kürdilikle de asla bağdaşmayacak bir vaziyettir. Bu görüşünden dolayı “Kayseri kurnazlığını” konu edinen hakaretamiz fıkra/benzetmelerle meseleye izahat getirmeye çalışmak en az “Kürd`e kuyruk takmak veya mağara numarasını sorgulamak” kadar iğrenç benzetmelerdir.

Kaldı ki Göktaş Hoca üzerinden topyekün camiaya getirilen sözde eleştiriler, özellikle etnik/yerellik atfederek Göktaş Hoca`nın sanki “özel/derin” bir misyonla camiayı etnik çerçevenin dışına çıkarma misyonu yüklendiği gibi garip yaklaşımlar, her şeyden önce ilgili camianın vizyonundan bihaber olmanın verdiği dar kapsamlı bir görüş mesafesidir. Bahse konu camia hiçbir zaman kendi vizyonunu etnik/yerel bir kökene oturtmuş değildir. Göktaş Hoca`dan önce de sonra da bu durum böyledir ve değişmiş değildir. Doğrudur, camianın ana gövdesi Kürtler üzerine kuruludur, neşet ettiği yer de Kürt coğrafyasıdır. Hal böyle olunca tabii ki temel konuşma dili de ilahi-ezgileri de Kürtçe ağırlıklı olacaktır. Ve tabii ki Kürtlerin temel insani ve İslami haklarını da dillendirecektir. Ancak sırf bu özelliğinden dolayı camiaya yerellik atfetmek, kavmi niteliklerle aktivite alanını daraltmak camianın misyonu olmadığı gibi,

Ali Sönmez`in böyle bir kılıf biçmesi de anlaşılır bir durum değildir. Hatta bugün için camiaya etnik aidiyet/yerellik atfetmek başlı başına bir derin devlet stratejisidir ve bölge dışına taşmanın ana eşiği olan Adana, Mersin, Elazığ, Malatya ve daha birçok ilde derin devletin eski ve yeni unsurları harıl harıl bir çalışmanın içerisinde bulunmaktadır. Nitekim bahse konu illerde periyodik aralıklarla düzenlenen operasyonlar, legal aktivitelerin yapılmasına dönük engellemeler bu amaca binaendir. Hatta “eleştirmen” Ali Sönmez şunu da bilsin ki; bölge dışında camianın faaliyet alanı her ne kadar Kürtlerin yaşadığı yerler/mahalleler olsa da etnik olarak Türkler de kimi yerlerde camiaya dahil olmakta, hatta yer isimlerini vermek gerekmez ama, bazı yerlerde Türkler, Kürtlerden daha fazla rağbet de göstermektedirler.

Şu da bilinsin ki, camianın çıkardığı dergi, gazete, kaset, CD gibi çalışmaları düzenli takip eden Türk Müslümanlar organize derin ekiplerce takip edilip kıstırılmakta, vazgeçirmenin temel argümanı olarak da “Bunlar Kürttür, siz Türkler neden bunların yayınlarını alıp evlerinize sokuyorsunuz” gibi Sönmezvari bir çalışma yürütmektedirler. Şimdi buradan bakınca şunu dememek elde değil; Acaba Kürtlerin mazlumiyetini dillendiren ve İslami bir dönüşüme doğru yol almalarını gönülden isteyen Göktaş Hoca mı “özel misyon” taşımakta, yoksa derin çevrelerin stratejisiyle –bilerek veya bilmeyerek- paralel düşen bir zihin arızasına teslim olan Ali Sönmez mi “özel misyon” taşımaktadır?

Tamam, sistemle yaşanılan entegrasyon bakımından Türk halkının / kurumlarının / cemaatlerinin önemli bir bölümünün maruz kaldığı hastalıklı yapısına diyecek bir sözümüz olamaz. Ancak bundan hareketle “Her Türk kötüdür, kötü niyetlidir” mantığını devşirmek, olsa olsa etnik karşıtlığın/alerjinin yol açtığı hastalıklı yapı karşıtı bir başka ruhsal hastalıktır.       

Şurası unutulmasın ki, herkes gibi Göktaş Hoca`da eleştirilebilir, zaten kendileri de buna açıktır. Ancak temelde PKK-Hizbullah çatışmasına dayanan bir güven bunalımını ve bu bunalımı sürekli kılacak bir PKK yaklaşımı orta yerde dururken bunun vebalini Göktaş Hoca`ya yüklemek, hatta yeni bir çatışma için gizli-açık kulis faaliyeti içerisinde bulunduğunu ima ederek garip yaklaşımlar sergilemek, ucuza sat(ıl)manın daniskası olsa gerek. Göktaş Hoca`nın herhangi bir gerginlik veya çatışma olasılığı karşısında takındığı olgun tavırlarından bihaber olarak töhmet altında bırakmak, hariçten gazel okumaktan başka bir şey değildir.

A.Sönmez`in şu sonuç cümlelerine bir bakın: “Maalesef Kürtlerin solcusuna Türkler dadanmış... İslamcısına Türkler dadanmış... solcu Türk aman İslamcılarla kavga edin diyor... İslamcı Türk aman solcu Kürtlerle kavga edin diyor...bizde bu tiyatroyu seyrediyoruz...”

Yazısından birazcık “iyi niyet” devşireyim diye tekrar okudum… Ama nafile! Bilmeyen de Göktaş Hoca`nın tüm yazı ve konuşmalarında “Aman şu kafir Kürtlere saldırmaktan geri durmayın” dediğini düşünecek! Doğrudur, Kürtler adına ortaya çıkan Türk solcuların ekseriyetinin yürüttüğü kampanya, İslamcı Kürtlerin derdest edilmesini teşvik üzerine kuruludur. PKK-Hizbullah çatışmasının fitilini ateşleyen temel katalizörlerin o dönemde Bekaa`da kamp kuran Perinçek – Yalçın Küçük ekolü olduğunu sağır sultan bile biliyor da, Kürdi ve Kürdistani geçinip Kürtlerin birliğinden dem vuranların bunu görmezden gelmesi anlaşılır bir durum mudur? Bugüne kadar, iyisiyle kötüsüyle hiçbir Türk İslamcı, PKK ile yaşanılan çatışmadan dolayı bu camiaya “Aferin!” kondurmamıştır. Dahası, camianın İslamcı-Türkçüler eliyle Ergenekonlaştırılması kampanyasının temelleri, PKK ile yaşanılan çatışma sürecine dayandırılmıştır.

Oysa ne “Kürdi ve Kürdistani” geçinen, ne de hiçbir Türk-Kürt solcu, yaşanılan çatışma sürecinden dolayı PKK`ye nitelikli eleştiri getirdiği görülmemiştir. Üstelik çatışma sürecinden doğan karşılıklı mağduriyetler orta yerde dururken bu kesimler PKK ve Perinçek-Küçük ikilisi şahsında geliştirilen “derin patentli” yıpratıcı eleştiri/iftira dilini kullanmada ortaklaşmaya gitmiş, Ali Sönmez`in iddiasının tam tersine zaman zaman Türk İslamcısı geçinen bir çok çevre de aynı saldırı dilini kullanmada söz konusu kesimle lisan birliğini tercih etmiştir.

Netice itibariyle sırf bir iddiada bulunayım diye kelime serpiştirip haydi marş marş yaptırarak ortaya konulan anlamsız cümleler üzerine kurulu karmaşık metinler, çoğu zaman bir gerçeği ortaya çıkarmak yerine sahibinin niyetini ele verebilmektedir. Ali Sönmez`inki de bu kabilden, kelimeler üzerine kurulu bir anlamsız metin. Bununla beraber hakaret ve terbiye sınırlarını hayli zorlayan bir üslup ortaya çıkarmış bulunmaktadır.

Eleştirilere evet, ama kem söz de sahibine aittir. Haydi geçmiş olsun, Ali Bey!