Bölgenin en önemli ülkesi, hatta model sıralamasında birincilik iddiasındaki Türkiye`de ise iç siyasi gündem seçimlere kilitlenirken, izlenecek seçim stratejisinin ana gövdesinin de “belaltı vuruşları” olacağı görülüyor.

Odatv operasyonuyla bir anda “gazeteci özgürlüğüne” kilitlenen gündem, Fadime Şahin`in laik versiyonu olarak ortaya çıkan İklim Bayraktar hadisesiyle farklı bir mecraya döndü. Ortaya çıkan telefon kayıtları bir yandan dar siyaset anlayışında süregelen tuzak, şantaj ve bunların temel objesi olan kadın faktörünü gözler önüne sererken, diğer yandan da herkesin ortak şikayet konusu olan dinlemeler ve gizli çekim alanında dönen dolapların çapını ortaya koydu.

Telefon veya ortam dinlemeleri, gizli kamera çekimleri gibi istihbarat operasyonları, Türkiye`de iktidarıyla muhalefetiyle, havasıyla avamıyla hemen herkesin ortak sorunu olmuş durumdadır. Elbette bu tür operasyonel faaliyetlerin icrası kanuni kılıflara sokularak savcılık ya da mahkeme izinleriyle kolluk kuvvetlerine bağlı istihbarat dairelerince yürütülüyor olması, eleştiri ve şikayet oklarını daha ziyade bu kurumlara yönlendirmekte, yürütme organı olarak hükümet de eleştirilerden yeteri kadar nasibini almaktadır.

Eleştirilerin bir bölümü kişilerin mahremiyetinin ihlali etrafında şekillenirken bir bölümünün de dinlemelere takılan görüşmelere fahiş anlamlar yüklenerek delil ihdas etme yoluna gidilmesinden kaynaklanmaktadır. Hükümet yetkililerinin bu tür durumlarda topu yargı organlarına atan açıklamalar yapması, şayet sorumluluktan kaçınma duygusunun ürünü değilse eğer, bürokratik yapının hükümete rağmen “ince işler” yürüttüğü gerçeği ortaya çıkmaktadır ki bu durumda yine de hükümetin suç ortaklığı doğal olarak ortaya çıkmaktadır.

Bu alandaki tüm olumsuzluk ve eleştiriler hükümete yönelmekle beraber hükümet çevrelerinin de zaman zaman aynı konulardan şikayetçi olmaları, kendi telefonlarının da dinlendiğini belirtmeleri, yasal ya da korsan yapılan dinleme merkezlerinin çokluğunu göstermektedir. Nitekim Jandarma ile Emniyet istihbaratının yanı sıra MİT teşkilatı da aynı faaliyetler yürütme yetkisine sahiptir. Ancak, mesela Emniyet Genel Müdürlüğü binasında bu hafta içerisinde ortaya çıkarılan bir “böcek”, aslında farklı kurumların birbirlerini dinleme olasılıklarının yanında aynı kurum içerisinde de farklı kişi ya da grupların birbirlerini izlediklerini göstermektedir. Şu anda gündemde her ne kadar Emniyet kaynaklı dinlemeler popüler olsa da Jandarma cenahının elma ya da armut toplamadığı da bilinmektedir. Ancak siyasi konjonktür, her devirde farklı kurumları daha popüler hale getiren en önemli unsurdur.

Kimi birimler kendilerine tanınan yasal dinleme-izleme faaliyetlerini suistimal etme yoluna gitse de aslında ortaya çıkan bazı durumlar, dinleme-izleme-filme alma faaliyetleriyle hiç alakası olmayan kimi kesimlerin de bu alanla hayli ilgili olduklarını göstermektedir. Mesela usulsüz dinlemeleri her platformda dile getiren CHP lideri Kılıçdaroğlu, kimi girişim ve açıklamalarıyla usulsüz dinlemelerin sözcüsü konumuna geldiğini göstermiştir.

İklim Bayraktar`ın “Büyük Balık” yakalamak için Kılıçdaroğlu`na teknik destek ziyareti ve Kılıçdaroğlu`nun buna karşı çıkmak yerine “Kendi imkanlarınla yap getir” karşılığını vermesi, dinleme fobisi üzerinden siyaset yapan Kılıçdaroğlu`nu sadece zor durumda bırakmakla kalmamış, bu işlere ne kadar teşne olduğunu da göstermiştir. Yine Kılıçdaroğlu, İklim`in cazibesi karşısında bir gaf daha yaparak AK Partili bir yöneticinin kasetinden bahsetmiş, bu da AK Partili kurmaylarca şeref ve haysiyetinin sorgulanmasıyla karşılık bulmuştur.

Nitekim usulsüz dinleme-izlemelerle ilgili Kılıçdaroğlu`nun ilk skandalı İklim`le başlamamıştı. Hatırlanırsa Hizbullah tahliyeleri sürecinde sivil derneklere yapılan keyfi baskınlarda hükümet cenahını daha da agresif bir tutum almaya zorlamak için Kılıçdaroğlu, günlerce basına tahrik dolusu açıklamalar yapmış, tahrik stratejisini de “AKP-Hizbullah işbirliği” iddiası üzerine kurmuştu. Hatta daha da ileri giden Kılıçdaroğlu, “Elimde AKP`li bir vekilin telefon kaydı var, bu kayıt işbirliğini açıkça ortaya koyuyor” diyerek kendince iddiasına ciddiyet kazandırmaya çalışmıştı. Ses kaydının kime ait olduğu ve içeriği ile ilgili sorulara Kılıçdaroğlu skandal denecek bir cevap vererek, “Ses kaydı yasadışı bir şekilde elde edildiği için basına vermeyeceğim, ancak Başbakan isterse kendisine vereceğim” demişti. Kimdi o vekil, telefon konuşmasının içeriği neydi ortaya çıkmadı. Ancak yasadışı elde edilmiş bir ses kaydının kendisinde bulunması, İklim hadisesiyle de birleştirildiğinde Kılıçdaroğlu`nun da aslında skandal görüşme ve kayıtların bir nevi arşivcisi haline geldiğini göstermektedir.

Halen dahi Kılıçdaroğlu, gittiği her yerde halka sorduğu ilk soru, “Telefonda rahat konuşabiliyor musunuz?” sorusudur. Ancak kendisinde kaç telefon kaydının olduğu, ılıman İklim`lerle beraber CHP merkez binasına yağan kaç şantaj kasetinin kasada durduğu, İklim`in ağına takılan kaç tane balina ya da köpek balığı olduğu hususu sır gibi durmaktadır.

Öyle anlaşılıyor ki Kılıçdaroğlu, iç ve dış siyasi konjonktürün CHP ve bilumum darbeci zihniyet lehine döneceği günün özlemiyle arşivini zenginleştirme yolunu seçmiştir.