Geçen hafta Aysel Tuğluk`un Ak Parti`ye karşı “laik güçleri inisiyatif almaya çağırması”, kilitlenen lanet sürecinin önünün açılmasına dönük iyimser çaba kılıfında sunulmaya çalışılsa da, aslında bunun apaçık bir darbe çağrısı anlamına geldiğini bilmek, orta ölçekli zeka seviyesine sahip herkesin rahatlıkla anlayabileceği bir durumdan ibaretti.
Örgüt militanı S. Demirtaş, her ne kadar “Tuğluk`un kendi kişisel görüşü” olduğuna dönük sözlerle o çağrının amacını gizlemeye çalışsa da, aslında zaman zaman PKK cenahının “laik ve seküler çevreler” üzerinden depreşen platonik aşklarının bariz bir darbe özleminin dışa vurumu olduğunu herkes bilir. HDPKK`nin özlemini çektiği “Laik ve seküler çevrelerin” yakın, orta veya uzak vadede sivil siyaset alanında etkili olabileceklerine dönük hiçbir emarenin ortada olmadığı bir perspektif ortadayken bu kesimlere yapılan “inisiyatifi ele alma” çağrılarının darbe yapabilecek güçlere verilen özlem dolu bir mesaj olduğunu anlamamak imkansızdır.
Kaldı ki darbe çığırtkanlığı daima “laik ve seküler çevrelere yapılan çağrılar” şeklinde dolaylı mesajlardan ibaret de değildir. HDPKK`nin “İslamcı”, şimdilerde ise “IŞİD`çi” parantezine alarak değerlendirdiği Ak Parti iktidarında bir Türkiye manzarası yerine darbeci, ulusalcı, hatta Kürt düşmanlığının geleneksel mimarları olan kliklerin idaresinde bir Türkiye`ye daha fazla razı olduğu/olacağı herkesin malumudur.
Şimdilerde “süreç” denen rezalet tiyatrosunda Ak Parti hükümeti ile beraber rol almış olmaları, yine örgüt militanı Demirtaş`ın da itirafıyla başka partnerlerin olmayışıyla alakalı olsa da, yine de sergilenen tavır, “İslamcı AKP ile barış” yerine Kürtlerin katili olan laik, darbeci odaklarla sınırsız çatışma metaforunun HDPKK nezdinde daha muteber olduğunu göstermektedir.
Herhalde ilk iktidar olduğu yıllarda AKP hükümetinin askeri vesayeti geriletme çalışmalarına karşı Öcalan`ın görüşme notlarında “AKP`ye karşı askerin yanında yer almaları” gerektiği yönündeki açıklamalarını hatırlayanlarınız olacaktır. Bu bile aslında bu örgütün tepeden tırnağa bir darbe özlemi içinde olduğunu, zaman zaman yapılan açıklamaların kişisel görüş değil, kurumsal bir darbeci hastalık olduğunu göstermektedir.
Nitekim Aysel Tuğluk`un “darbe çağrısı” hala sıcaklığını korurken örgütün Avrupa`daki yayın organı Ö.Politika`da yer alan Cemil Bayık`ın yine benzer bir açıklaması, aslında darbe özleminin örgütün tüm yelpazelerinde kronik bir vaka haline geldiğini ortaya koymaktadır.
Bayık, Tayyip Erdoğan`a, darbeyle devrilen Mursi`yi hatırlatırken Türkiye`nin kaçınılmaz olarak “Bölünme, Demokratikleştirme veya Darbe” seçeneklerinden birisiyle yüzleşmekten artık kaçamayacağını özenle vurguluyor.
Oysa örgütün son yıllardaki jargonu, “Ya demokratikleşme, ya da bölünme” şeklinde iki ana seçenek üzerine kuruluydu ve örgütün kendi mantık sistematiği içerisinde bunun özel bir anlamı vardı. Ancak bu kez bu iki seçeneğe üçüncü bir seçenek olarak “Darbe`nin de” eklenmesi, ilk bakışta en azından örgütün kendisi için mantık iflasından öte bir şey değildir.
Varsayalım ki AKP hükümeti, HDPKK`nin isteklerini yerine getirmedi ve bundan ötürü darbe yaşandı. İyi de “Laik ve seküler güçlerin inisiyatif alması” anlamına gelecek darbe özlemine yatan örgütün bundan ne çıkarı olabilir? Cevap, kocaman bir hiç!
O halde tüm yelpazeleriyle birlikte “Aba altından darbe sopasını gösteren” örgüt, kendi çıkarına olmayacak darbe çığırtkanlığını ne mantıkla ve kimin adına yapmaktadır? İşte işin can alıcı noktası da aslında burada yatmaktadır.
Örgütün bir bütün olarak özlem duyduğu darbe olasılığının gerçekleşmesi, “Laik ve seküler güçleri” belki muktedir hale getirecektir. Bu yolla devlet, ceberut politikalarını tekrar sağlama alabilecektir. Laik ve seküler çevreler bir müddet daha ballı kaymaklı bir konum elde edebileceklerdir. Peki ama PKK ve PKK ile darbeci ateşinde yanacak olan Kürtler ne elde edecekler? Kocaman bir hiç!
Ne Kürtlerin ne de PKK`nin kazançlı çıkmayacakları “Laik ve seküler çevrelerin” olası darbe girişimlerini HDPKK neden üçüncü bir ihtimal, hatta özlem olarak zikretmektedirler? Daha da önemlisi Bayık, neden Erdoğan`a karşı “Mursi`yi deviren Amerikancı darbeye” atıf yapmaktadır? Bunun, Amerika`nın son zamanlarda HDPKK`ye verdiği gaz ile alakası var mıdır? Vardır!
Bunda Amerika`nın Ortadoğu politikasında AKP hükümetiyle yaşadığı bazı çelişkilerin etkisi var mıdır? Vardır!
Bunda Amerika`nın bölgesel politikalarında Kürt halkını dizayn aracı olarak kullanma arzusuna “Lebbeyk!” demek var mıdır? Vardır!
Bunda Amerika`nın kendi askerlerini çatışma alanlarına sürmek yerine Kürt gençlerini “Mayın merkepleri” olarak kullanma arzusuna “Emret komutanım!” diyerek amade olma isteği var mıdır? Vardır!
Bunda, Türkiye ile arası kısmen bozulunca hemen Amerika`ya yönelip “Darbe duası” yaparak Coni`ye olan kulluk görevi bilincini harekete geçiren laik, ulusalcı geleneğe özlem var mıdır? Vardır!
Amerika`da bazı odaklar Türkiye`de AKP`yi İhvan`la; Erdoğan`ı Mursi ile özdeşleştirerek darbe gereksinimi duymakta, bunun zeminini hazırlamak için en iyi taşeron olarak HDPKK`yi görmektedir. Darbeci klikler daha önce değer biçtikleri laik ve ulusalcı kesimlerin Gezi sürecinde sınıfta kaldıklarını müşahede ederken HDPKK`nin bu tür darbeci kliklere en iyi hizmet edebileceğini düşünmelerinin etkisi var mıdır? Vardır!
Amerika`nın ikinci kez davet ederek karmaşa ve darbeye hazırlık olarak vaftiz ettiği örgüt militanı Demirtaş`in son dönüş sonrası sokakları harekete geçirerek darbe için zemin yoklamasını HDPKK içindeki darbe özlemiyle bir araya getirirseniz aslında çok şeyi çözersiniz.
Amerika`dan alınan mesajlarla HDPKK şu anda bu özlemle yanıp tutuşmakta, Amerika ile kısmen uyumsuz hareket eden AKP hükümeti karşısında darbe özlemcisi laik, ulusalcı gelenekten rol çalacağını hesaplamaktadır. Bunu ispat etmek için bir yandan ne kadar darbe sever olduğunu gösteren çağrılar yapmakta, diğer taraftan Kürtlerin İslami dinamiklerine karşı yeniden canlandırdığı saldırgan tavırlarıyla rüştünü ispat etmeye yeltenmektedir.
Hatta son süreçte darbe rüyasına yatan HDPKK ve üst akıl olan Türk Solu`nun bu özlemi sembolleştirip slogana döken bir noktaya getirdiklerini de hatırlatalım. Kimilerinin sadece üç beş bombardıman hatırına geliştirildiğini zannettiği “Bıji Serok Obama!” sloganı, bilinmelidir ki aslında olası darbe heveslerinin parolasından başka bir şey değildir.
Bu gerçekler orta yerde dururken şu anda AKP içerisinden ve mücavir alanlardan olan ilgili kişiler Aysel Tuğluk`un darbe çağrısını yerden yere vururken, Öcalan`ı her gün “Domestos” ile yıkayıp parlatmaları hangi aklın ürünüdür? Oysa Kobani üzerinden ilk “darbe ihtimalini” gündeme getiren bizzat Öcalan`ın kendisi olmuştur. Artık bunlara düşen görev, Öcalan parlatıcılığı yapmak yerine güya kendi kontrollerindeki Öcalan`a darbeci kliklerin nasıl nüfuz ettiğini, darbe sevdasının “kontrol altındaki” Öcalan`a hangi menfezlerden aşılandığını bulup çözmek olmalı değil midir?
Madem AKP çevrelerine göre de Tuğluk`un çağrısı darbe çığırtkanlığıdır ve 6-7 Ekim sokak vahşeti de bu çığırtkanlığın önemli dayanak noktalarındandır, o halde sokak vahşeti davetiyesinin ilk esin kaynağının 5 Ekim günü Öcalan`dan gelen mesaj olduğu gerçeği neden bilerek ıskalanmaktadır?
Sadece bu mu? AKP`ye karşı laik ve seküler güçlerin şahsında Amerika`dan darbe talep eden HDPKK`ye karşı AKP hükümeti ne mi yapmakta?
Neler yapmıyor ki?!
Bariz bir insan hakları sorunu olan Kürtlerin kimi temel haklarını PKK ile pazarlık konusu yaparak PKK`yi Kürtlerin tek sahibi, tek sözcüsü, tek kurtarıcısı rolüne yükseltmek!
Türkiye`nin yıllardır sürdürdüğü Kürt sorununun üstünü örtmek için PKK`yi Kürtlerin birinci derecedeki sorunu haline getirmek!
Devletten hak talep eden bir Kürt gerçekliği yerine PKK`den kurtulmayı talep eden bir Kürt realitesinin önünü açmak!
Daha başka?!.
Eh! Dostlar “Çözüm sürecinde” görsün artık! Ta ki “Bıji Serok Obama!” sloganı ete kemiğe bürünene kadar…