Günlerdir PKK vahşetinin özelde dindarlara genelde tüm Kürt halkına dönük insanlık dışı yüzüne tanıklık ediyoruz.
Yaşanan vahşet tüm çıplaklığıyla gözler önünde. Ayrıca vahşetin detaylarına inmek, vahşetin doğallığına belki de gölge düşürür.
PKK`nın vahşi yüzü, Ortaçağ Haçlı ordularının İslam dünyasına yönelik talan, katliam ve intikam hırsının güncellenmiş versiyonundan başka bir şey değildir.
İrdelemek istediğim asıl konu aslında bu da değildi. Sebeplerini de irdelemeye çok lüzum yok. Asıl irdelemek istediğim şey, emir komuta zinciri içerisinde yürütülen vahşetin ana kumanda merkezine işaret etmek, ortaklarıyla, ulaklarıyla, uygulatıcılarıyla azıcık da olsa deşifre etmektir.
IŞİD ve Kobani üzerinden haftalardır yürütülen şeytani propagandanın geldiği noktanın artık IŞİD karşıtlığından ziyade tamamen İslam karşıtlığına indirgendiğini, dini tüm kişi, kurum ve sembollerin IŞİDleştirilerek hedef haline getirildiğini biliyorsunuz. Hükümet-devlet cenahının Tezkere üzerinden Amerikanlaşmasından sonra “IŞİDleştirme” kampanyasının eksik kalan ayağının da tamamlandığı gerçeği zaten bilgileriniz dahilinde olmalı. Artık atılması gereken son bir adım kalmıştı; IŞİDleştirilen kişi, kurum ve sembollerin yok edilmesine dönük pratik bir adım atılacaktı ve bunda da “Derin otoriteye” sıkı bağımlı birileri gerekiyordu. İşte PKK, bu görev için biçilmiş kaftan, emre amade tipik bir emir eri olarak “Yarı Tanrısal Önderlik” ve putperest müritleri ile ‘hazır ol`da bekliyorlardı.
Her şey “5 EKİM” günü başlıyordu. Ada`ya giden Mehmet Öcalan, dönüşte ayrı bir heyecanla karşılanıyor, herkes, Museylemet`ül Kezzap`tan gelecek kutsal mesajlara pür dikkat odaklanıyordu:
“Kobani`deki insanlarımız sonuna kadar direnecekler. IŞİD`in olduğu yerde ve Kürtlerin yaşadığı bölgede nerede bir IŞİD varsa sonuna kadar direnilecek. Sonuna kadar direneceğiz. IŞİD`e hiçbir taviz verilmeyecek…”
Önderlik görevini yapmış, MİT`in gözlemcisi“Sayın Yetkili” nezaretinde putperestlerine gereken talimatı vererek mensubu olduğu “Milli kuruma” sadakatini göstermişti.
Artık müridler ve teşkilatlarda üst görevlere gelmiş mürid kılıklı kripto istihbaratçılar “Önderlik mesajlarının” gereklerini nerede, nasıl yapacaklarının mütalaasını yapacaklardı.
Dikkat edin, aynı gün, yani 5 Ekim günü Suriye halkının deyimiyle Kafır Salo, namı diğer Salih Müslim, “Kim ne yapacaksa şu anda yapsın. Halkımız her tarafta ayağa kalksın” açıklamasıyla tüm medya yelpazelerinde günün konu mankeni haline getiriliyordu. Aynı günün akşamı tez elden çakal takımı sokaklara inmiş düşün yoğunluklu “Kobani protestoları” başlamıştı bile. “Ah Kobani, Vah Kobani” güzellemeleri siyasette, medyada, hatta magazin dünyasında bile karşılık bulurken bir sonraki gün, yani 6 EKİM günü HDP, “Tanrısal buyruklar” konulu toplantısı henüz bitmemişken “Acil” koduyla çakal sürüsüne şu mesaj yollanıyordu:
“Kobani`de durum son derece kritiktir. IŞİD saldırılarını ve AKP iktidarının Kobani`ye ambargo tutumunu protesto etmek üzere halklarımızı sokağa çıkmaya ve sokağa çıkmış olanlara destek vermeye çağırıyoruz.”
HDP`nin “Tanrısal buyruklardan” bir gün sonrasına sarkan bu mesajının toplantının ortasında “Acil” koduyla yayınlanması, aslında kapsamlı saldırganlık için gereken hazırlıkların, planlamaların tamamlandığının ilanıydı. Hazırlıklar tamamlanmış, saldırılacak hedefler belirlenmiş ve dağ kadrosundan yeteri kadar eleman sevkiyatının yapıldığının şifreleriydi.
Niye böyle bir konuya değindim, biliyor musunuz? Türk devleti o kadar iç içe geçmiş kirli yapılardan oluşuyor ki, her seferinde farklı bir yapı şeytanlaştırılıyor ve devletin ali menfaatleri adına yapılan tüm çirkeflikler şeytanlaştırılan yapının sırtına bindirilerek ana mekanizma temize çıkartılıyor. Şu anda şeytanlaştırılan yapı, bildiğiniz gibi “Paralel” denen aygıttır. Devlet adına yapılan tüm çirkeflikler “Paralel`in” sırtına bindirilme işlemleri devam etmektedir. Devletin kirli organlarının organizesiyle başlayan son PKK vahşetinin “Paralel`e” mal edilmesi çabaları şimdiden baş göstermiş ve ilerde kampanya bu minval üzere şekillendirilmeye çalışılacaktır.
Oysa; Direktifi veren belli, direktifi verenin kimin kulu kölesi olduğu da bellidir. Üstelik bu direktifler gizli saklı verilememekte, “Devlet heyetleriyle” yürütülen müzakerelere göre şekillenmektedir. Bunun bir direktif olarak ulaklara verilmesi de yine “Devlet heyetini” temsilen “Sayın Yetkili`nin” huzurunda yapılmakta ve başta hükümet olmak üzere devletin ilgili tüm organları bundan zaten haberdar olmaktadır.
Direktif belli, direktifi veren belli, ulak belli… Sahada organize eden, kışkırtan, hedef gösteren, yağma, talan ve katliamlardan zevk duyan da belli. Eğer hala kafanız bu konuda karışıksa Selahattin Demirtaş, sizin için iyi bir başvuru kaynağı olabilir, tavsiye ederim.
Eğer hala buna komplo teorisi diyen çıkarsa, ki çıkacak, o halde olayların gelişim seyrine bir de devlet-hükümet cenahından bakmanızı tavsiye ederim. Diyelim ki devlet-hükümet bu durumdan habersizdi!!! İyi de bırakın Kürt bölgesini, neredeyse tüm Türkiye viraneye çevrildi. Üstelik bu durum günlerce sürdü, hala sürüyor. Dahası, diğer zamanlara hiç benzemeyen özellikler taşıyor; sadece talanla yetinilmiyor. Bir gecede onlarca insan ateşli silahlarla katlediliyor, yüzlercesi yaralanıyor, başta HÜDA PAR camiası olmak üzere dindar kesimlerin neredeyse tümü ölümcül saldırıların hedefi oluyor, oysa ne hükümet cenahında, ne de devlet-hükümet cenahının denetimindeki medyada bu tür saldırganlıklar doğru dürüst bir değer bile taşımıyor ve itibar edilmiyor. Güvenlik güçleri özellikle alanlardan çekilerek adeta yağmaya, talana, katliama davetiye çıkarılıyor. Şayet hala tereddüt ediyorsanız, o halde Yalçın Akdoğan sizin için iyi bir başvuru kaynağı olabilir, tavsiye ederim.
Söylenecek çok şey var. Ama devlet, kendince “iyi” bir hamle yaptı! Devletin kucağındaki PKK eline sazı alarak kendince keyifli bir şarkı seslendirdi. Şarkı biterse, ki bitecek, “Bitti arkadaşlar!” diyerek sıyrılmaya çalışacaktır.
Mağdur edilen Kürt halkı… Dindar kitle… HÜDA PAR camiası… Şanı yüce HİZBULLAH… Bunlar ne diyecek?!
Açıkçası ne diyeceklerini herkes gibi ben de çok merak edenlerdenim. Kulağıma gelen uğultu ise, “Bu şarkı burada bitmez” gibi!