Geçen hafta sonu Diyarbakır`da “Demokratik İslam” ismiyle bir “kongre” düzenlendi. Kongreler amaç açısından olduğu kadar yayınlanan “sonuç bildirgeleriyle” dikkatleri üzerine çekerken “Demo-İslam” kongresi daha ziyade Öcalan`ın “ilhamlarla” dolu mektubuyla dikkatleri üzerine çekti.
Zaten amaçlanan da buydu. Öcalan`ın, (haşa) peygamberler de dahil hiç kimsenin keşfedemediği “İslam`ın özüne” inerek kesbettiği “ilham parıltıları”nın yeni bir perspektif olarak yeryüzündeki ins-cin topluluklarının istifadesine sunulması hedefleniyordu! Dolayısıyla “kongre bildirgesi” de, bir sürü tuhaf katılımcı da “ilham parıltıları” arasında meze olmaktan öteye geçemedi.
Öcalan`ı İslam`ın demokratik versiyonunu keşfetmeye sevk eden ilham kaynağına geçen yazımızda değindiğimiz için burada yeniden üzerinde durmayacağız. Ancak şunu vurgulamak gerekir ki, Kürtleri geleneksel asimilasyoncu merkezlere peşkeş çeken yeni paradigmanın mimarları, bu kez Öcalan üzerinden İslami bilinci sulandırmak için Öcalan`ın düğmesine basmış bulunmaktadırlar.
Öcalan`ın Kürtlerin geleceğiyle ilgili “Bağımsız Kürdistan” hayalinden saparak yürüttüğü gemi, şu an “Türk-Kürt sentezi” sahillerinde seyretmeye devam etmektedir. Gemi bu hızla yol almaya devam ederse varacağı liman, “Kürtler, Türk çınarının bir dalıdır” olacağından kuşkunuz olmasın.
“İslam`ın özünü” keşfederek çizdiği rota ise Kemalizmin din felsefesi olarak adlandırabileceğimiz “Türk İslam`ını” da sollayan aşırı “Türkçü İslam” yorumundan başka bir şey olmayacaktır.
Öcalan`da İslam`ın itikadını barındıran küçük kırıntılar bile aramak, helada namaz kılmak için temiz mekan aramakla eşanlamlı olacağı için “ilham parıltılarına” bu yönden bakmayacağım. Ancak politik bir aktör olarak tedavüle sokulan Öcalan`dan sadır olan şu dini-politik belirlemelere iyice dikkat kesilmek, güncellenen dinsel vizyonu anlamak için oldukça yararlı olacaktır:
“Özellikle İslam`ın iki büyük merkezi olarak kendini günümüze de dayatan iktidarcı Arabi Selefi akımlarla İrani Şia akımların devletçilik bağlamında yol açtıkları büyük tahribatlara karşı mekan halk ve demokrasi merkezli kavramlarla mücadele bayrağı açmayı aynı dinin özündeki doğruya sadakatle bağlı olmanın gereği saymaktayım… Her iki ana merkezci iktidarcı ve devletçi akım, kapitalist emperyalist yükselişin bağlamında gelişmiş olup dönemin egemen saltanat bloğu olan Osmanlı İmparatorluğu`nun çöküşünde kullanılmıştır. Özellikle yeni dünya hegemonu olarak yükselen İngiliz İmparatorluğu tarafından… Her iki merkez de milliyetçilik mikrobunu İslam`ın özüne karşı sonuna kadar kullanmışlardır… Zaten İngiliz İmparatorluğu İslam ümmetini parçalamak için ulus devletçiliği, onun başat ideolojisi milliyetçiliği çok bilinçli olarak İslam ümmetinin bağrına, beynine ve rahmine yerleştirmiştir.”
Bu saptamalar yeni konsept etrafında takla yarışına girenler için olağanüstü özellikler taşısa da aslında hiç de yabancısı olmadığımız klasik sözlerdir. Bu sözlerin İngiliz-Osmanlı-Milliyetçilik üçgeninde tarihsel olarak bazı gerçeklere tekabül ettiği doğrudur. Lakin sorunlu olan tarafı, bu tarihsel üçgenin asıl bağlamından koparılarak Kemalizmin katı din felsefesinin yorumcuları olan “Türk-İslam sentezcilerinin” bu tarihsel vakayı “Türkçü İslam” için adeta itikadi değer olarak muameleye tabi tutulmasıdır.
Özetlemek gerekirse, İngiliz-Osmanlı-Milliyetçilik üçgeninde cereyan eden tarihsel olayları yorumlama biçimi, İslam düşüncesinin ana bağlamından koparılarak millileşitirilmesi çabalarında Türk-İslam sentezcilerinin vazgeçemediği neredeyse asırlık bir argümandır.
Son yıllarda seslendirilmese de “Bizi arkadan vuran Araplar” retoriği ya da Osmanlı-Safevi ilişkisi üzerine bina edilen geleneksel İran-Şia düşmanlığı, cumhuriyetin kuruluş felsefesiyle zehirlenen birçok “dini bütün” çevre veya kişilerin/üstadların sıklıkla vurguladıkları ana ezberlerin başında gelmekteydi. Kemalizm felsefesini dini söylemlerle temizleme ve Türkçülüğü İslamlaştırma operasyonunda Arapları milliyetçilik ve İngiliz oyunları üzerinden şeytanlaştırma operasyonları uzun yıllar sürdürüldü. Arap-İslam aleminde yetişen ve yaşadıkları dönemlere damgasını vuran tüm İslami şahsiyetler en rezil üsluplarla yerden yere vuruldu. Hasan Elbenna, Seyid Kutup, Mevdudi, İmam Humeyni gibi şahsiyetler ve mensubu oldukları hareketler resmen tekfir edildi. O dönemin kitaplarında hala dahi o köhne düşünce ve karalamalar olduğu gibi durmaktadır. Tek alternatif olarak da bir süre sonra CHP`lilerin de söylemi haline gelen “Anadolu yarenleri” veya “Anadolu İslam`ı” sunuldu. “Arap ulusalcılığı” veya “İran-Safevi Şiiliği” üzerinden operasyonlar yürütülürken “Türk ulusalcılığı” “İslam`ın özünü keşfetmek” olarak halkın önüne sunuldu.
Arap-İran karşıtlığı üzerine kurulu “Türkçülüğün İslamlaştırılması” fikriyatı gelinen noktada Türklerin çoğunluğu tarafından bile artık “Ümmet bilinciyle” uyuşmadığı gerekçesiyle reddedilirken bu köhne düşüncenin Öcalan`ın sırtına bindirilerek Kürt mahallesine sevk edilmesi, herhalde ibretle izlenecek olayların ilk sırasında yer almaktadır.
Kemalist düzenbazlar, Arap-İran-İngiliz-Milliyetçilik kavramları üzerinden ümmet fikriyatına darbe indirip Türk ulusalcılığının en katı versiyonunu gerektiğinde “İslamlaşma” olarak pazarladılar. Öcalan da aynı yolu “İslam`ın özü” diyerek kendince pazarlamacılık işine girişiyor.
Kemalist düzenbazlar geliştirdikleri “Türk-İslam faşizmi” ile İslam aleminde dönemin tüm İslami hareketlerini ve mümtaz şahsiyetleri İngilizlerle ilişkilendirerek mahkum ederken; Öcalan sadece bu faşist geleneği güncelleme görevini kendince yerine getiriyor ve şu cümleleri kullanıyor:
“Ama iki zalim merkezden kaynaklanan “Hizbullah” ve “El Kaide” bozguncuları esasında kapitalist hiçleştirmenin İslam ümmetinin başına bela ettikleri güncel faşizmi temsil etmektedirler.”
“Mü`min kardeşlerim”, “Ümmet”, “İslam`ın Özü” gibi kavramlar üzerinden, özümsemediği halde laf kalabalığıyla manevra yapan Öcalan, “İki iktidar merkezci” diyerek eleştirdiği “Arabi-İrani iktidarcılığına” karşı neden “Türki iktidarcılığa” halel getirecek bir tek cümle kullanmadığını hangi “Demokratik müfessir” izah edebilecek?
İş tuttuğu yeni dönem patron/partnerlerinin hoşuna gitmeyecek sözlerden sakınması, “Demokratik müritlerin” dikkatlerinden kaçacak kadar küçük bir teferruat mıydı yoksa?
“Ümmet bilincini” zedeleyen “Arabi-İrani iktidarcı merkez” eleştirilir de ümmetin köküne kibrit suyu döken “İktidarcı Kemalizm” neden Öcalan`ın dikkatlerinden kaçar?
“Kabe Arabın olsun, bize Çankaya yeter” diyenlere toz kondurmamak, “Kabe Arabın olsun, bize Amara yeter!” psikolojisinin yan etkisi midir acaba?
“Hizbullah” ve “El Kaide” bozguncuları esasında kapitalist hiçleştirmenin İslam ümmetinin başına bela ettikleri güncel faşizmi temsil etmektedirler” diyen Öcalan, günümüz “iktidar merkezci” odaklara kendini pazarlamışken, hangi kafatasçı faşist düşünceyi güncelleme derdine düştüğünü fark etmiyor mu?
Kemalizmin İslam kılıfına sarılı faşist yönünü “derin devletin” veri tabanına bağlanarak güncellemeye çalışan Öcalan, bunu “bir mimar ustalığıyla” yaparken “demokratik iradesizler” bakalım ne zaman “Türk çınarının birer dalı” ya da “Anadolu İslam`ının” birer bağımlısı olacaklardır?
Yazımıza şu “çelişki” ile nokta koyalım.
Öcalan, “Son olarak, bazıları, hareketimizi, ateist, komünist materyalist gibi Batılı kavramlarla tanımlamak istemektedirler. Bunlara “kavram kölesi” demek daha uygun düşer” diyor.
O halde “Demokratik İslam” kavramı, “kavram köleliğinin” neresine düşer? Ha pardon… O sadece efendi! “Kavram efendisi!” Belki de “Kemalist gurur!”