30 Mart yerel seçimlerini geride bıraktık. Kazanan kazandığıyla, kaybeden de kaybettiğiyle baş başa kaldı.
Seçim öncesinde “kim kazanır, kim kaybeder” tartışması vardı; Seçim sonrasında ise “kim nasıl kazandı, kim neden kaybetti” tartışması sürüp gidiyor.
Ve HÜDA PAR…
Sandık sonuçları seçim zemini için belirgin bir kriter ise, ki öyledir, HÜDA PAR kazanmadı. Kendisinden beklenen performans sandık sonuçlarına yansımadı.
İsterseniz ilk önce seçim sürecinde elde ettiği kazanımlarını aktaralım, ardından sonuç itibariyle neden kazanamadığını irdelemeye çalışalım.
HÜDA PAR Gn.Bşk.Yrd. Sayın Sait ŞAHİN`in dile getirdiği şu hususları kendi yazısından aktaralım:
“Yüzbinlerce eve girdik, milyonlarca insana ulaştık. İmanı, İslam`ı, ahlakı, adaleti, doğruluğu, dürüstlüğü, mazlumu, zalimi, dünyayı, ahireti anlattık. Uyuşturucu kullanan gençlere ulaştık. Kara propaganda ile oluşturulmuş kirli algıların bir kısmını temizledik. Davamızı anlattık ve insanların gönüllerine girdik, gönüllerini kazandık.”
Doğru mudur? Kesinlikle… Kazanım mıdır? Kesinlikle…
Binlerce, hatta on binlerce insan işini gücünü bıraktı, elinin altındaki küçücük birikimlerini seferber ederek çalışmalara koyuldu. Fedakarca çabaları, sevmeyenleri tarafından bile takdir edildi. Oysa sandıktan çıkan sonuç hiç de tatmin edecek bir noktaya ulaşmadı.
Peki ama neden?
Elbette bunun için çok sayıda neden sıralanabilir. Kategorik olarak nedenlerin tümünü üç ana başlıkta sıralarsak;
1) HÜDA PAR`ın dışında gelişen ve şimdilik çok da müdahale imkanı bulunmayan nedenler.
Türkiye`de her seçim döneminde başvurulan ve yapılan son seçimle beraber zirveye çıkan kamplaşma siyaseti ve bu kamplaşmanın seçmen kitlesi üzerinde oluşturduğu “Ölüm-kalım savaşı” psikolojisi, ne HÜDA PAR`ın ne de yeni sayılabilecek hiçbir partinin kısa sürede aşabileceği şartlar değildi. Oluşturulan bu havanın HÜDA PAR`a yüzde yüz oy vermesi beklenenlerin önemli bir kısmını dahi etkilemiş olması, oluşturulan havayı daha iyi anlamaya yarayacaktır.
2) Yeni kurulan bir parti olması ve kadrolarının mevcut siyaset zeminiyle ilk defa karşılaşıyor olmasının verdiği tecrübesizlik ve maddi olanakların kıtlığı.
3) Bölgenin kendine has şartlarını çok iyi biliyor olmasına karşın HÜDA PAR`ın dahil olduğu oyunu kurallarına göre oynamaktan kaçınması.
İlk iki maddeyi bir tarafa bırakalım. Ama üçüncü maddenin kapsama alanı en ince detayına kadar irdelenmeye muhtaçtır.
Eğri oturalım doğru konuşalım. Adı seçim olsa da, halkın iradesinin sandığa yansıması gibi ninniler demokrasinin nimetlerinden sayılsa da Kürdistan`da bu tür ninnilere asla yer bırakılmamaktadır.
Uygulanan gerilim siyaseti, sokaklara taşınan kaos senaryoları, çeteci saldırıların seçim kültürü haline gelmesi, baskı, tehdit, şantaj gibi politikalar, sandıklardan çıkan sonuçları yerine göre en az yüzde elli ile yüzde doksan oranlarında etkilemektedir.
Kitleler üzerine kurulan baskıyla eş değer ortaya çıkan kirli sonuçlar sandık denen araçla aklanarak halkın iradesi diye dolaşıma sokulmaktadır.
İşte bu şartlar bölgedeki seçim süreçlerine damga vuran şartlardır. Seçim süreçlerini bir oyuna benzetirsek, oyunun kuralları bu şekilde işlemektedir. Bu durumda ya dahil olduğun oyunu kurallarına göre oynayacaksın, ya oyunun kurallarını revize etmek için çabalayacaksın, ya da oyuna dahil olmaktan kaçınacaksın. Başka türlü seçeneklerin başarılı olma şansı ise maalesef bulunmamaktadır.
Düşünebiliyor musunuz, ev ev, mahalle mahalle, köy köy dolaşacaksınız, insanların teveccühlerini kazanacaksınız, siz oy istemeden insanlar oy verme konusunda sizlere söz verecek. Siz umutla geri dönüş yoluna koyulurken eli silahlı eşkıya gün boyunca gittiğiniz güzergahı takibe alıyorsa, girdiğiniz evlerin kapısını tek tek çalıyorsa, namlu doğrultarak “Eğer buradan HÜDA PAR`a tek bir oy çıkarsa…” ile başlayıp “Şayet BDP`ye oy vermezseniz…” ile süren tehditler savurup size akacak oy mecralarını tek tek kapatıyorsa, burada müdahale gerektiren ciddi bir komplikasyon var demektir.
Eğer siz, sizlere yönelen teveccühlerin önünü tıkayan engelleri kaldırıp insanlara güven vermek yerine “Sağduyuyu” kural edinirseniz, kusura bakmayın ama, basketbol kurallarıyla futbol maçını kazanan herhangi bir takım henüz ruy-i zemine gelmiş değildir.
Elbette kimseye haksızlık yapılmamalı, kimsenin tercihine ipotek koymak gibi ilkel yöntemlere tevessül edilmemelidir. Ama onların “güçlü” oldukları yerlere rahat giremiyorsanız, hatta sizin güçlü olduğunuz yerlerde dahi insanlara korku salmak için her türlü girişimlere yöneldikleri halde hala “Sağduyu” ipine asılıyorsanız, tamam siz korkmayabilirsiniz, ama size yönelecek insanlar üzerinde oluşan korku psikolojisinin yansımalarını asla görmezden gelemezsiniz.
İnsanlar baskıyla, tehditle korkutuluyor. Korkutulan insanlar güvenebilecekleri bir liman arayışında. Kendiniz o liman olmaya adaysınız. Ama adamlar limana saldırırken sizin “Sağduyunuzdan” cesaret alıyorlarsa, korkutulan insanlar için nasıl güvenilir liman olabilirsiniz?! Onlardan nefret etse bile insanlar neye güvenerek size oy versin?!
En iddialı olduğunuz yerlerde bile “Sağduyu” uğruna hala bazı mahallelere girmiyorsanız, gönülleri sizden yana olsa bile oradaki insanlar hangi güvenceyle tercihlerini sizlerden yana yapsın?!
En iddialı olduğunuz yerlerde bile araçlarınız, konvoylarınız taş yağmuruna tutuluyorsa ve siz “Sağduyudan” ödün vermemedeki kararlılığınızı vurgulamakla yetiniyorsanız, bunun kitlelere korku atmosferi olarak yansıdığını bilmiyor olamazsınız.
Kitleler sizi korku bulutlarını dağıtacak yegane güç olarak görürken, siz kendi hizmetinizdeki medyanızı bazen çok basit saldırılar karşısında bile mağduriyet pompalayan bir araca dönüştürürseniz, bununla kitleleri esir alan korku havasını kendi elinizle köpürtmüş olduğunuzu nasıl göremezsiniz?
Bu seçim bir tecrübe oldu. Sahadaki oyunun kurallarını ve yansımalarını daha yakından test etmiş oldunuz.
Kurt kanununun geçerli olduğu bir sahada kuzu yasalarının işlevsel olmadığı ispatlandı. Umarım gelecek seçimlerde oyunun kurallarına özen gösterirsiniz.