Türkiye gündemini allak bullak eden “Yolsuzluk” operasyonu, kapalı kapılar ardında uzun zamandan beridir süren güç mücadelesinin alenileşerek bir tür “Meydan muharebesine” dönüştüğünün işareti oldu.
İlk etapta operasyon tartışmaları, operasyona konu olan eşhas ve eşhasa yönelik suçlamalarla açıklanmaya çalışıldı, ancak mevzu bu kadar basit olamazdı. “Bal tutan parmağını yalar” kaidesinin halen geçerli olduğu bir ülkede yolsuzluk suçlamalarına maruz kalanları savunmaya kalkışmak en zor işlerdendir. Kaldı ki operasyonun yapılış şekli, farklı kategorideki suç isnatlarının bir arada toplanarak operasyonel muameleye tabi tutulması ve hepsinden önemlisi bunca kapsamlı bir operasyonun son dakikaya kadar gizlenebilmiş olması, hem kamuoyunda sarsıcı bir etki oluşturma hem de hükümete büyük bir uyarı niteliğini barındırması açısından oldukça dikkat çekiciydi.
Hükümetin, belki tartışılır ama kendini en muktedir gördüğü bir ortamda iki yıla yakın süren teknik takip ve yapılan hazırlıklara rağmen sarsıcı operasyonlardan ancak gerçekleştiği anda haberdar olması, aslında başlı başına hükümete en ciddi mesaj oldu. Hükümetin deyimiyle “içerdeki uzantıların” hiç de basite alınacak bir pozisyon icra etmedikleri mesajı iletilmiş oldu. Hükümete karşı kalkışmanın içerde Emniyet, yargı ve bürokrasi eliyle yürütüldüğü gerçeği orta yerde dursa da bu denli bir operasyon organizasyonunun ardında çok daha derin güçlerin olduğu gerçeğine tüm Türkiye tanıklık etti.
Aslında hükümete karşı birtakım icraatların ortaya konulacağı zaten belliydi. Beklenen icraatlar, önceki seçim arifelerinde kamuoyunun aşina olduğu üzere CHP`deki dizayn ile MHP`ye yönelik kaset benzeri enstrümanların devreye sokularak seçim ayarlı vuruşlar yapılacağı yönündeydi. Sansasyonel operasyonların gerçekleşmesi, bu yönüyle hem hükümet için hem de kamuoyu için tam anlamıyla sürpriz oldu. Artık kabul etmek gerekir ki hükümete karşı harekât startı verenler, bundan sonra da farklı sürprizlerle hem hükümeti hem de kamuoyunu şaşırtma girişimlerine devam edecekler. Hükümet cephesinden gelen açıklamalar ise, hem sürprizin şaşırtıcı etkisini barındırmaktaydı hem de hükümet kanadının da karşı sürprizlere her an başvuracağının işaretleriyle doluydu.
Karşılıklı hamleler ve sürprizlerin önü artık açıldı. Anlaşılan o ki bundan sonra epeyce sürprizlere tanık olacağız. Ancak şunu unutmamak gerekir ki mesele sadece içeriyle sınırlı değildir. Dolayısıyla muharebe de sadece içerdeki unsurların basit iktidar mücadelesinden ibaret değildir.
Yaşanan mücadelenin niteliğine bakıldığında bu sürecin, yöntem olarak belirgin bir biçimde Ergenekon tasfiyesinin karakterini andırdığı söylenebilir. Türkiye`de vesayetçi karakteri ne kadar itici olursa olsun merkezde konumlanan gücü salt yerel unsurlarla diskalifiye etmek imkânsızdır. Bunun yaşanan herhangi bir örneği de bulunmamaktadır.
Ergenekon`un tasfiye sürecinde her ne kadar Ak Parti hükümeti iktidarda olup siyasi desteğini esirgememiş olsa da Ergenekon`un belini kıran asıl unsurun bugün hükümete kazan kaldıran “içerdeki uzantı” olduğu aşikârdır. Ergenekon`u yıpratan tüm materyaller bu grup üzerinden servis edilerek tasfiyesi sağlandı.
İyi de bu grup veya hükümetin deyimiyle “içerdeki uzantı” bu kadar güçlü müydü? Hayır! Asıl güç odaklarıyla geliştirilen ilişkiler bu grubun güç devşirdiği ana mecra olmuştu. Şu anda hükümeti materyallerle açıktan tehdit eden “uzantı” aynı zamanda Ergenekon materyallerinin taşıyıcısı olduğuna göre aynı güç odağından bu kez hükümeti hizaya getirme ihalesini aldığı pekâlâ söylenebilir.
İyi ama neden?
Nedenini anlamak için Ergenekon`u tasfiye gerekçesine bakmak lazım. Ergenekon`un ipini çeken “dış odak”, Ergenekon`un vesayetçi karakterini beğenmediğinden değildi. Türkiye`ye dayatılan dış politika perspektifinin Ergenekon vesayeti tarafından kabule yanaşmaması ve giderek ses tonunu “Avrasyacılıktan” yana yükseltmesiyle ilgili bir durumdu. Irak işgalinde işbirliğine yanaşmama eğilimini açıkça ortaya koymuş, bu da Washington`daki mahfillerde not edilmişti. Kaldı ki “Arap baharı” kampanyasında da Washington lehine politik atılımlarda bulunacağının garantisi de yoktu.
Neyse ki ipi çekildi ve Türkiye`de yeni bir dönem açılmış oldu. Ak Parti hükümetinin ilk etapta İslam dünyasıyla geliştirdiği olumlu ilişkiler bir süre sonra “Eksen kayması” suçlamasıyla karşılık buldu. Erdoğan hükümeti buna dirense de bir taraftan “içerdeki uzantı” öbür taraftan o dönemde artan PKK saldırıları, hükümete geri adım attırdı. Arap Baharıyla beraber bölgesel politikalar genel hatlarıyla uyuştuysa da zaman zaman tezatlar da kendini ele verdi. Ancak Suriye`de işler karışınca hedeflenen politik denklem iflas etti. Suriye politikasının ana taşıyıcılarından olan Türkiye; Suriye, Filistin ve Mısır`a yönelik politika değişikliğiyle beraber oyun kurucularla ters düşmeye başladı.
Küresel güç odakları şu an Ortadoğu`da yeni bir denklem oluşturmak peşindedir. Mısır`da Sisi, Suriye`de Esad yönetiminin devamı yönünde bir politik anlayış geliştirmeye başladılar, İsrail-Filistin meselesinde israil`i kayırıcı eski yönteme döndüler. Türkiye ise bu alanlarda oyun kurucuların yeni politik anlayışına itiraz etmeyi sürdürüyor. Üstelik bununla da kalmayarak tüm itirazlara rağmen Çin ile füze anlaşması imzaladı. Güç odaklarının en hassas oldukları konular arasında bulunan enerji kaynakları üzerindeki tekelci anlayışlarına inat ederek petrol anlaşmaları yapma yoluna gitti. Doğru ya da yanlış fark etmez, bölgede önem atfedilen ülkelerin kendi başlarına politika belirlemeleri, küresel güç odaklarının kabulleneceği bir realite değildir. Ortadoğu ile ilgili politika ve yeni denklem oluşturma çalışmaları için Türkiye, güç odakları nezdinde olmazsa olmazlardandır. Washington-Tel Aviv hattında temelleri atılan yeni denklemlerde Türkiye`ye biçilen roller daima önem arz etmiştir. Bunun zıddına hareket edecek kim olursa olsun “içerdeki uzantılar” yoluyla diskalifiye edilmeye çalışılacaktır. Şu anda Erdoğan hükümetinin “yerel uzantılar” eliyle tehdit edilmesinin nedeni de bundan başkası değildir.
Ak Parti hükümeti sürekli vesayeti geriletmekle övünür durur. Oysa Ergenekon tasfiyesinde tüm fatura hükümete yansırken boşalan güç merkezlerine “içerdeki uzantıların” konmasına göz yumması kendisi için ölümcül hata olmuştur. Bugünkü adıyla “paralel devletin” tesisi eski adıyla “derin devlet” fonksiyonunun icrasına yönelik bir girişim olması açısından siyasi erke karşı daima kullanılan bir sopa vazifesi gördüğü realitesi Türkiye siyasi tarihinin yabancısı olmadığı bir iç dizayn klasiği iken, hükümetin bunu zamanında fark edemeyerek kendi Brütüs`ünü kendi elleriyle beslemesi sonucunu doğurmuştur.
Meydan muharebesinde Brütüs, “dış odaklardan” alınan lojistik desteğin güç mücadelesinde halen tek başına belirleyici faktör olduğu düşüncesini taşımaktadır. “Dış odak” desteğinin etkisi görmezden gelinemezse de günümüz şartlarında artık eski sihirli etkiye sahip olmadığı gerçeğinin birçok ülkede test edilmesi ise hükümet için bir avantajdır.