Suriye`de devam eden kirli savaş, şu an gelip PYD-Nusra çatışmasının duvarına toslamış durumda.

Suriye`ye nazaran savaşın yıkıcı ortamında göreceli bir sükûnet havasının hâkim olduğu Kürdistan bölgesi, artık PYD ile Nursa ve diğer bazı örgütlerin hâkimiyet yarışı nedeniyle kaosa gebe olmuş durumda.

En başta vekâlet savaşının gölgesinde kalan Kürt bölgesinde yaşanacak olası hâkimiyet çatışmalarının sadece Kürt halkına zarar vereceğini, dolayısıyla grupların ihtiraslarından sıyrılarak böyle bir tehlikeden uzak durmaları gerektiğini ısrarla vurguladık.

Ancak bölgesel bazda gelişen ani denklemlerin yanısıra, aktörlerin yeni denklemler üzerinden ayrışıp farklı arayışlar içerisine girişmelerinin beraberinde getirdiği etkinin sonucunda maalesef meseleye akl-ı selim ile yaklaşmak yerine günübirlik milli çıkarlar ya da ideolojik bağnazlıklar ışığında yaklaşım sergilemek, meseleyi daha farklı boyutlarla ele almayı gerektiriyor.

Kısa süre öncesine kadar PYD`yi “Milli Düşman” ilan edenlerin bir anda PYD`yi aklama yarışına girişmelerini ibretle izlemekteyiz.

Kısa süre öncesine kadar Nursa ve benzeri örgütleri kutsama yarışını önde götürenlerin ani konjonktürel değişikliklerle beraber bir anda bu grupları “terörist” ilan etmelerini yine ibretle izlemekteyiz.

PKK/PYD çevrelerinin “Kürtlerin kazanımları” sözünden çark ederek bir anda “Radikal İslam`a” karşı seküler zemine vurgu yaparak “Şeriatçı tehlike”yi ön plana çıkarmalarını yine ibretle izlemekteyiz.

Belki daha ibretlik olanı ise Türk Solu`nun yoldaşlık psikolojisinden hareketle Rojava siperine yatarak “Radikal İslam/Şeriatçı” düşmanlığını meşrepleri paralelinde öne çıkararak meseleye duhul etmeleri olmuştur. Hatta “tatlı su liberalleri”nin bile bir anda “Şeriatçı karşıtlığı” üzerinden Rojava sevgisini adeta sendroma dönüştürmüş olmaları meseleyi çokça manidar hale getirdiği gibi, bu tür iğrenç tavır alışlar, artık meseleyi PYD-Nusra ikilisinin şiddet duygularına mağlup olmaları zemininden de uzaklaştırmış bulunuyor.

Özelikle sosyal medyada karşımıza şöyle bir durum çıkmaktadır. Hâkimiyet egosunun tatminine dönük çatışma kültürünün her iki ucundaki aktörler eleştirildiği zaman bir taraf Kürt düşmanlığı suçlamasında bulunmakta, diğer taraf ise meseleyi “iman-küfür” mücadelesine indirgeyerek karşımıza çıkmaktadırlar.

Oysa grup taassubuna dönük tahakküm kurma mücadelesini eleştirmek ne Kürt düşmanlığıdır, ne de iman cephesine karşı küfür cephesinden yana tavır almaktır. Mesela Suriye Kürdistanı için defakto olarak belli bir idari boşluk ya da statü oluşmuşsa en makul tavır, meydandaki tüm grupların el birliği ederek halkın selametini ön plana çıkaran yaklaşımlar sergilemeleri olmalıdır. Sonu nereye varacağı belli olmayan maceraların peşine takılmak veya kendi grubunun tahakküm arzularını halkın maslahatına tercih etmek, bölgede kaos iklimine davetiye çıkarmaktan başka bir şey değildir. Nitekim bu tür tahakküm arzularına yenik düşen PYD`yi eleştirdiğimizde bu, illa da Nursa ya da başka gruplardan yana tavır koyduğumuz anlamına gelmemektedir. Aynı şey Nursa ve benzeri örgütlenmeler için de geçerlidir. Devirmeye çalıştıkları rejim güçleri her geçen gün silahlı muhalif grupları geriletme konumuna geçmişken bu tür grupların Kürt bölgesinin hâkimiyetini ele geçirmeyi “İman-küfür mücadelesine” indirgemeleri de kabul edilebilecek bir tavır değildir.

Meseleye yaklaşım biçimi bizce bu şekilde olmalı iken PYD`nin meseleyi bir anda “İslamcıların Kürtlerle savaşına” ya da “Kürtlerin şeriatçılara karşı mücadelesi” kılıfına sararak büyük bir dezenformasyon savaşına yönelmesi, “milli çıkar”cılarla beraber laikçi duyguları ağızlarından fışkıran bilumum sol tebaanın da kara propagandayla meseleye müdahil olmaları sonucunu doğurmaktadır.

Olayın seyri çarpıtılınca ister istemez çatışmalardan daha şiddetli bir şekilde kara propaganda devreye girmekte, yalanın her biri beş kuruşa kadar inebilmektedir.

Mesela Kürt gençlerinin El Kaide saflarına katılarak “Kürtlere” karşı savaştırıldığı yaygarası o kadar yapılıyor ki bilmeyen de her gün yüzlerce gencin Nusra`ya katılmak için bölgeye hücum ettiklerini düşünecektir.

Kimi Kürt gençlerinin “cihadçı” duyguları köpürtülerek Suriye`deki kirli savaşa yönlendirildiği ve bu yönlendirmenin uzun süreden beri sürdüğü doğrudur. Ancak daha önce bunu görmezden gelenlerin özellikle Salih Müslim`in MİT görüşmelerinden sonra bunu görmeye başlamaları ayrıca irdelenmelidir. Bunun yanı sıra eğer Kürt gençlerinin kirli savaşa yönlendirilmesi eleştirilecekse bunun çift taraflı bir yönlendirme olduğunu da görmek gerekir. Evet, El Kaide saflarında rejime ya da PYD`ye karşı savaşmaya giden Kürt gençleri vardır. Ancak PYD saflarına gidip kirli savaşta harcanan Kürt gençlerini de görmek meseleye karşı daha insani bir bakış açısı sergilemek değil midir? El Kaide saflarına katılıp harcanan Kürt gençlerinin sayısı mı daha fazladır, yoksa “seferberlik” çağrısı gereği PYD`ye koşan Kürt gençlerinin sayısı mı daha fazladır?

Kaldı ki PYD ve çevresi bu konudan şikâyetçi olmadan önce her fırsatta farzmış gibi sekülerlik vurgusuyla beraber “radikal İslam” karşıtlığı zemininde konumlanmaya dair tumturaklı sözlerinin belli bir akıl süzgecinden geçirmeleri gerekmiyor mu?
Mesele Kürt bölgesinin dışarıdan yönelen saldırılara karşı savunulması, çatışma ve kaostan kurtarılması mıdır, yoksa “Radikal İslamcılarla” savaşmayı Kürtlerin stratejik çıkarlarına indirgemek midir? PYD kalkıp stratejik konumlanmasını “Radikal İslam” ve “Şeriatçılık” karşıtlığı üzerinden yapıp bunun belli kesimlerde bir reaksiyon doğuracağını bilmiyorsa, Amerika`nın “Radikal İslam” karşıtlığı üzerinden sürdürdüğü cadı avının tüm İslam coğrafyasında doğurduğu reaksiyondan dolayısıyla dünyada yaşanan gerçekliklerden hiç haberi yoktur demektir.

Sekülerizm belki PYD`nin kaderi olabilir, ancak bu uğursuz kavramın Kürtlerin kaderi olmadığını artık bilmesi gerekir.
Kaldı ki Nusra ile çatışmalar yaşanmadan önce PYD`nin diğer Kürt gruplara kurduğu tahakkümün Kürtlerde oluşturduğu reaksiyon, herhalde “Radikal İslamcı”larla ilgili bir durum değildi. Bakın bugün hem Türkiye hem de Irak Kürdistan yönetimi Suriye Kürdistanı`na açılan sınır kapılarını kapatmış durumdadırlar. Ve bu durum, oradaki halkın çilesini ikiye üçe katlamaktadır. Haydi Türkiye`nin ambargosunun farklı sebeplerinin olduğunu söyleyelim, ama Irak Kürdistanı`nın ambargosunun sebebi neydi? Yoksa Barzani de mi Kürt düşmanı oluvermişti? Elbette bu tavır, PYD`nin başına buyruk tahakküm arzuları ve bunun diğer Kürt grupları için hayatı çekilmez hale getirmesinin sonucuydu.

Kimse kimseyi kandırmasın. Hiç kimse, grup taassubunu “Radikal İslam karşıtlığı” kılıfına sarıp gizlemesin. Hiç kimse de tahakküm arzularının yol açtığı kirli savaşı “Kürt katliamı” şeklinde pazarlamaya kalkmasın. Kabul, Suriye sahasında cirit atan neredeyse tüm grupların katliamcı bir potansiyel taşıdıkları doğrudur ve buna Nusra gibi PYD de dâhildir. Ama kimse eski video görüntüleri ve farklı yerlerdeki katliam fotoları üzerinden “Radikal İslamcıların” Kürtleri katliamdan geçirdiği, Kürtlerin kanını, malını, ırzını helal saydığı dezenformasyonuna sarılmasın. Yine hiç kimse iletişim çağında demir perde usulü kara propagandalarla Kürt halkını yönlendirip “Radikal İslamcılık” üzerinden İslam`a ve İslami camialara düşman etme kurnazlığına yeltenmesin.

Hiç kimse grup çıkarlarını halkın tek tercihine indirgemeye de yeltenmesin. Artık “Soğuk savaş”tan miras kalan kara propagandaların, iletişim ağlarının devasa boyutlara ulaştığı günümüz dünyasında prim yapmayacağını herkes kulağına küpe yapsın.

Son söz olarak belki şu da merak edilebilir: “Stratejik” davranan bazı İslamcı kesimlerin seküler zeminde olmasa bile bir anda PYD cephesinden Nusra`ya karşı konumlanmış olmaları kimilerinde kafa karışıklığına sebep olabilir. Bununla ilgili şu karşılaştırmayı yapmak belki meseleyi anlamaya yardımcı olabilecektir:

Dün Kusayr`da Nusra ile çatışıyor diye Hizbullah`ı şeytana emanet edenlerin bugün PYD ile çatışıyor diye Nusra`yı aforoz etmeleri, herhalde tarihe not düşülecek derinlikte bir stratejik pozisyonla açıklanabilecektir.