Her dinin, her medeniyetin, her coğrafyanın kendine göre asli unsurları vardır ve bir de asli düşmanları. Günümüz itibariyle Batı dünyasının “dost” ve “düşman” konseptinin İslam dünyasındaki gelişmelere göre şekillendiğini rahatlıkla ifade etmek mümkündür.
İslam dünyasında da teoride İslam karşıtlığı üzerinden konsept geliştiren Vahşi Batı`nın tutumu düşmanlık olarak algılansa da genel anlamda bir alan hakimiyetinin olmaması, teorik konsepti pratik bir tutuma dönüştürmeyi pek mümkün kılmamaktadır.
Batı, bir bütün olarak İslam dünyası üzerinden yürüttüğü düşmanlık konseptini İslam dünyasında etkili belli aktörlerle sembolize etmekte ve bu stratejiyi bir adım daha ileri götürerek İslam dünyasının bazı dinamiklerini de etkileme yoluna başvurmaktadır. Mesela yerine göre İran, Hizbullah ya da El-Kaide üzerinden yürüttüğü psikolojik, siyasi, askeri yöntemler gibi.
El-Kaide üzerinden sembolize edilen Batı düşmanlığı; işgal, müdahale ve her türlü saldırganlığı meşruiyet zeminine çekme politikalarıyla alakalı iken İran ve Hizbullah üzerinden sembolize edilen düşmanlık ise genel hatlarıyla siyonist çetelerinin güvenlik kaygılarına dönük mülahazalarla açıklanabilmektedir.
Burada öne çıkan şey, Batı`nın kendi konseptini sembolize etmiş olması ve bu sembolleri kendi kamuoyuna benimsetmiş olmasıdır.
İslam dünyasında ise belli zaman dilimlerinde Batı`nın saldırgan tutumunu deşifre edip genel tutum geliştirme babından sembolize edilen ana semboller üzerinde ittifak sağlanmakla beraber bazı iç dinamiklerin birbirleriyle çatışan tutumlar takınmaları, sembollerin birbirine karışmasını, hatta yanlış sembollerin gerçek sembollerin önüne geçmesini beraberinde getirmektedir.
Malumunuz, İslam dünyasının tam kalbinde israil namında zehirli bir hançer ihdas edilmiş, bu zehirli hançerin sabit kalması hatta vücuda daha fazla zarar vermesi için de her türlü özen gösterilmektedir. Batı`nın saldırgan sömürü siyasetinin bir türlü bitmek bilmemesinin önemli bir gerekçesi de bu zehirli hançerin güvenliğiyle alakalıdır. Bu tavır, ister istemez İslam dünyası için sembolize edilmesi gereken düşmanlık sembolünü de ortaya koymaktadır.
İslam topraklarında siyonizme yer olmamasının gereği de siyonizm ve bundan sadır olacak her türlü uygulamaya karşı durulması sonucunu doğurmaktadır.
Dolayısıyla siyonizme karşı durmak, salt korsan devlete karşı durmanın çok ötesinde bir durumdur. Aynı zamanda korsan devletin güvenliğini her türlü şeytani emelleri meşrulaştırma aracına dönüştüren Batı bloğunun saldırgan tutumuna karşı durmayı da ifade etmektedir.
Elbette İslam dünyasının kendi içinde kimi zaman siyonist uygulamaları aratmayacak fiiliyatlar da peydahlanabilmektedir. Yerli kimi aktörler/diktatörler, kanlı uygulamalarıyla siyonistlerden farksız tavırlar sergileyebilmektedirler. Ancak istikballeri meçhul olan, konjonktüre göre farklı işlevler sergileyen bu tür aktörleri şeytanlaştırma yarışında siyonist katillerle yarıştırmak, hatta kimi zaman siyonist katillerin önüne geçirmek olsa olsa sembol şaşması olarak değerlendirilebilecektir.
Suriye sahasında yaşanan malum olaylar ve belli aralıklarla siyonist katillerin Suriye`deki belli noktalara saldırılar düzenlemesinin yankılarını, daha doğrusu oluşan tepkisizliği bu anlamda iyi bir örnek sayabiliriz.
Suriye`de yaşananlar ortada.
İstediğiniz kadar Esad`a ve yönetimine karşı durun, dövün, sövün. Ancak bu durum, siyonist rejime durumdan vazife çıkararak bu ülkeye hava saldırıları düzenleme hakkını vermemektedir. Bu da Esad`a duyulan tepki dozajının siyonist çeteye duyulan ilkesel tepkinin önüne geçirilmesinin sonucudur.
Unutmamak gerekir ki Esad rejiminin uzun süreli bir geleceği yoktur. Ancak siyonist katillerin Müslümanların kemiklerinin üzerinde inşa ettikleri zulüm kulelerinin çok daha uzun vadeli düşmanca planları ve bir o kadar da stratejik destekçileri bulunmaktadır. Hatta önceleri diğer Arap diktatörlüklerin meşruiyet temellerini “israil karşıtlığına” dayandırdıkları gibi, şimdi bile Suriye yönetiminin belli katmanlarda savunucu bulması, yine israil faktörüyle alakalı bir durumdur.
Suriye rejimi üzerinden İslam dünyasında asıl tehlike ya da düşman algılamasının değişime uğraması, düşmanlığa varan iç tartışmalara kapı aralamıştır. Ortak düşman olarak sembolize edilen ümmetin asli düşmanlarının ümmet içerisindeki küçük şeytanların gölgesinde kalması, hiç de hayra alamet değildir.
Zaten hayra alamet olmadığının ilk belirtisi de siyonistlerin yaptıkları hava saldırılarına ciddi manada hiçbir tepkinin verilmemiş olmasıdır.
Umarız hiç kimse daha da öteye giderek, “düşmanımın düşmanı dostumdur!” havasına kapılmamıştır ve siyonistlerin yaptığı hava saldırılarına kalben destek olmamıştır.
Umarız hiç kimse daha da öteye giderek, “düşmanımın düşmanı dostumdur!” havasına kapılmamıştır ve siyonistlerin yaptığı hava saldırılarına kalben destek olmamıştır.
Denilebilir ki tüm bunların sebebi onlardır, bunlardır, şunlardır, vs. Kısmen doğru olabilir, ama tam doğruyu karşılamamaktadır. Süreç boyunca tüm araçlar kullanılarak “algı yönetimi” adına harcanan çabaların belli bir kanaat ve ön kabule etkisi hiç olmamış mıdır?