Bugün için adı konulan “Çözüm süreci”nin AK Parti dönemindeki geçmişi, 2005 yılına dayanmaktadır. 2005`te yine MİT vasıtasıyla Irak Kürdistanı nezdinde sürdürülen çalışmalarda hep şu hususlar dillendirilmişti.


PKK tamamen silahtan arındırılacak, suça bulaşmamış olanlar geri dönebilecek, suça bulaşmış olanlar ve üst düzeydekiler ise başka ülkelere gönderilecekti. Tabi bu arada Mahmur kampı da boşaltılarak oraya yerleşenler Türkiye`ye getirilecekti.
Bugün için konuşulan ise daha farklı şeyler. Mesela bu süreçte Mahmur kampının esamesi bile okunmuyor. Oysa Mahmur kampı, bizzat Başbakan tarafından daha önce çokça önemsenmiş ve PKK`ye militan devşirmede “kuluçka” benzetmesi yapılmıştı.


Şu anda üzerinde en çok tartışılan konu, içerdeki militanların dışarıya çıkarken silahlı mı silahsız mı çıkacaklarıyla ilgili. Hükümet, silahsız çıkmalarında ısrarlı.


Kandil yönetimi bunun kendileriyle alay etme anlamına geldiğini söylese de BDP yönetimi Kandil`le aynı paralelde sözler sarf etse de neticede belirleyici olan, hükümetin kuralları oluveriyor. Olası tıkanıklıklarda ise görev, tabii ki Öcalan`a düşüyor.


Silahlı unsurların geleceğine dönersek; sürecin “halkla ilişkiler” bölümü müthiş işliyor. Tartışılması istenen ögeler işleniyor.

Mahmur kampı konusundaki hassasiyet tamamen uçtu. Silahlı unsurların Türkiye dışına çıkarılması çokça konuşuluyor. Oysa Türkiye dışına çıkıldıktan sonrasını hiç kimse bahse konu etmiyor. Tartışmaların, çekilmenin teknik boyutlarıyla sınırlı kalması ve Kandil`in de teknik boyuta takılıp kalması, MİT-Öcalan konsensüsünün detayları konusunda Kandil ekibinin bilgi dağarcığının kamuoyundakinden daha fazla olmadığını gösteriyor.


Silahlı unsurların sınır dışına çıktıktan sonraki statüsünün tartışma konusu bile yapılmaması, açıkçası bu silahlı unsurlar üzerine başka hesapların yapıldığını gösteriyor. Şu anda bununla ilgili yetkili resmi ağızlardan dökülenlerin özeti şu olmuştur.

Türkiye dışına çıksınlar da ne halleri varsa görsünler!


Cumhurbaşkanı Abdullah Gül`ün, son siyasi gelişmeleri değerlendirdiği Letonya gezisinde PKK`nin tamamen silahtan arındırılması gerektiğini ısrarla vurgulaması herhalde rastgele değildi. Türkiye dışına çıkmakla bu işin bitmeyeceğini belirten Abdullah Gül, “Yoksa insanların Türkiye`den dışarı çıkıp, dışarıda bir güç halinde durması değil. Bu Suriye`de durur, Irak`ta, İran`da durur. Konjonktürler hep değişiyor… Dağdaki insanlar silahı bırakıp normal hayata geçmezse, bu işler 3-5 sene sonra yeniden başlar ve çok daha kötü olur. Biz devlet olarak yılmayız, onlar açısından da çok acı olur”


Başbakan Erdoğan`ın hafta içinde katıldığı televizyon programında silahlı unsurların sınır dışındaki durumlarına ilişkin Taha Akyol`un sorduğu soruya verdiği cevap, hiç de tatmin edici değildi. Başbakan, soruya cevaben özetle şunları söylüyordu: Amaç, silahlı unsurların Türkiye`den çıkması. Türkiye`den çıktıktan sonra hangi ülkeye yerleşirlerse yerleşsin, bu artık bizim sorunumuz olmaktan çıkar. Yerleşecekleri ülkenin sorunu olur!


Aslında Başbakan`ın bu sözleri, sorulan sorunun cevabı değildi. Soruyu cevapsız bırakmak için yapılan sıradan bir manevraydı. Bunun cevabı, sızdırılan son İmralı zabıtlarında bulunmaktaydı. Öcalan, o zabıtlarda, “Çekildiğimiz alanda gerillayı daha da büyüteceğiz. Çekilirsek gerilla biter görüşüne katılmıyorum. Suriye var, İran var. Şu an Suriye`de 50 bin, Kandil`de 10 bin, İran`da 40 bin var” demekteydi.


Bilebildiğimiz kadarıyla PKK, Türkiye merkezli bir vakıa idi. Bu durumda durup dururken “gerilla neden güçlensin” ve neden gidecekleri ülkelerin sorunu oluversinler!


Burada Cumhurbaşkanı`nın uyarılarını da; artık “sınır dışında” kaldığı için Mahmur`un es geçilmesinin de; Öcalan`ın “gerillayı güçlendireceğiz” açıklamasının da belli bir realiteye tekabül ettiğini herhalde söylemek mümkün hale geliyor.


O halde şunu söyleyebilir miyiz? PKK, (veya Öcalan) Türkiye ile ilgili rolünü icra etti, PKK`nin silahlı gücü artık Türkiye için sorun olmaktan çıkarken, bu gücün dağıtılması yerine kullanılacak bir araca dönüştürülmesi öngörülüyor!


Bu durumda “süreç”in evrileceği boyutu Türkiye açısından ayrı, bölgesel açıdan ayrı değerlendirme imkanı kendini ele veriyor.
Türkiye boyutu, Türkiye`nin kısa vadede PKK ile kankalığa varacak bir ilişki biçimini öngörüyor. Bu ilişki biçiminin şifreleri ise, şimdilik tahmin niteliğinde olan “MİT-Öcalan mütabakatı”nda gizli olmakla beraber, uzun vadede “Kürdistan eyaleti”nin polis gücü olma olasılığında aramak gerekiyor.


Lakin “Çözüm süreci”ne ani dalış yapılmış olmasını sağlayan asıl faktör, bölgesel gelişmeler olduğu için, büyük resme bu pencereden bakmak daha elzem oluyor. Nihayetinde sürecin Türkiye ayağını gerçek anlamda şekillendirecek olan da bölgesel gelişmelerin varacağı nokta olacaktır.


Arap baharı ile bölgedeki taşlar yerinden oynadı. İngiliz mirası eski bölgesel statüko bozuldu, yerine USA patentli yenisinin tesisine çalışılıyor. Halkların özgürlük talebine adanan devrimler halklardan çalınarak bölgesel vesayetin tesis edilmesi amaçlanıyor. Bu anlamda Suriye, yeni vesayet sisteminin aşil topuğuna dönmüş durumda. Suriye`de şu anda fiili bir durum oluşturulmak isteniyor.

Rejimin devrilmesi yerine, muhaliflerin kontrolünde ikinci bir Suriye tesis etmenin çalışmaları tamamlanmak üzere. Hiç kimsenin adını sanını duymadığı Hito adında biri Başbakan olarak Washington`dan atanmış durumda. Bunun öz Türkçesi, Suriye`nin bölünmesi. Bu durumda ortaya çıkan PYD kontrolündeki Kürt bölgesinin “Yeni Suriye”ye adapte edilmesi gerekiyor. Böylece Türkiye`yi oldukça huzursuz eden Suriye Kürdistanı, “Çözüm süreci”yle çevrelenerek Öcalan`ın “Demokratik Modernite”sine, Türkiye açısından da yönetilebilir bir duruma getirilmek isteniyor.


Türkiye`nin hızla girdiği “Çözüm süreci”nde PKK`nin silahlı gücünden yararlanılacak ilk saha da Suriye sahası olacağa benziyor. Bu planın Kandil ve BDP`lilerin şaşkın bakışları arasında yürüyor olmasının sırrı da büyük aktörlerin bu işin asıl patronajlığını yürütmelerinden kaynaklanıyor. En üst düzeyde Amerikan diplomasisinin bölgeye kilitlenmesi, israil`in özür dilemesi büyük resmin birer kareleri görünümündedir, hepsi de birbirleriyle alakalı gelişmelerdir. 


Açıkçası hem Türkiye hem de Öcalan “kazan-kazan” prensibine inan(dırıl)mış görünüyor. Türkiye, zaten Irak Kürdistanı`nı etki alanına çekmeyi başarmış durumda. PKK üzerinden Suriye Kürdistanı`nı da etki altına almayı hedefliyor. Bu durumda diğer parçalarla beraber “Büyük Kürdistan Eyaleti”ni Başkanlık sistemi çerçevesinde kontrolüne alarak yeni sürecin kazanan tarafı olmayı hedefliyor.


Öcalan ise, meselenin şimdilik anlaşılmaması için “Demokratik Modernite” şeklinde özetlediği projeden, “Büyük Kürdistan Eyaleti”nin lideri sıfatıyla sürecin kazanan tarafına oynamayı düşünüyor.


Gelelim meselenin asıl önemli boyutuna;

Türkiye`nin PKK`den kurtulması, hatta PKK`yi bir kazanç aletine dönüştürmek istemesi güç odaklarının PKK üzerindeki etkilerini kullanmakla alakalı bir durumdur. Bunun maliyeti ise, Türkiye`nin başka alanlarda sergileyeceği performansa endeksli olacağı söylenebilir. Sürecin nabız atışlarının zirvede olduğu bir esnada Obama`nın hakemliğinde israil`den gelen özür,  Türkiye`nin efor harcaması gereken alanı işaret etmiştir.


PKK nasıl ki Türkiye`nin belalısı ise, israil`in belalısı da Hamas`tır. ABD-israil ekseninin PKK üzerinde etkisi ne kadar büyük ise, Türkiye`nin Hamas üzerindeki etkisi bundan az değildir. Son zamanlarda Ortadoğu barış sürecinin yeniden ısıtılarak gündeme sokulması, Türkiye`nin Hamas üzerindeki etkisinin gündemleştirilmesiyle de eş zamanlı olarak tecelli etmektedir.


Bu durumda açıkça dillendirilen şey, Türkiye`nin nüfuzunu kullanarak Hamas`ı “barış masasına” oturtma isteğidir.


“Kazan-kazan” peşindeki Türkiye`ye, Hamas`ı uysallaştırma rolü dayatılacaktır. Öcalan`ın “mucizevi” tavrının benzeri Hamas`ta da görülürse, “Kazan-kazan” piyangosunun kazançlıları Türkiye ile İsrail olacaktır. Bu durumda PKK`nin yaşayacağı kayıp, Hamas`ın yaşayacağı kayıptan az olmayacaktır.


Ama Türkiye, Hamas`ı israil`in belalısı olmaktan kurtarmaya yanaşmazsa ya da başaramazsa, bu durum, zaten zor durumda bulunan israil`i iyice çıkmaza sokacaktır. Bunun Türkiye`ye yansıması ise, Türkiye`yi daha fazla zorlayacak olan PKK kontrolünde Suriye Kürdistanı ile karşılık bulacaktır.  Ya da “Süreç” hiç umulmadık bir zamanda tepetaklak olabilecektir.