Irak merkezi yönetimi ile Özerk Kürdistan yönetimi arasındaki anlaşmazlık ve bu anlaşmazlığın barındırdığı tehlikeli bir Kürt-Arap çatışması potansiyelinin olası yansımaları üzerinden çokça yorumlar yapıldı, yapılıyor da.
Bununla beraber Bağdat-Erbil geriliminin, oluşan yeni sistem içerisinde çözümlenemeyişinin yanında Türkiye`nin Bağdat`la yaşadığı siyasi krizin Kürdistan`a yakınlaşma şeklinde tezahür etmesi de, gerilimdeki Türkiye faktörünün etkisini sürekli gündemde tutmaya devam ediyor.
Kürt yönetimin, merkezi yönetimle yaşadığı sorunlar belli. Başta Kerkük olmak üzere “Tartışmalı bölgeler” olarak adlandırılan yerlerin statüsü, petrol konusu vs. Merkezi yönetimle yaşanan petrol sorununda Kürt yönetimi kendi petrollerini işleterek dış piyasaya sunmak istiyor. Buna onay vermek de merkezi yönetime düşüyor ama yaşanan gerginlik onay vermeye imkân bırakmıyor. Bu anlamda Türkiye`nin Kürt petrollerine talip olması ve bir boru hattının döşenerek petrol akışının sağlanması girişimleri ise ABD vetosuna takılıyor.
Türkiye, bu anlamda hem yanı başındaki petrol fırsatını değerlendirmek istiyor, hem de bu yolla Maliki yönetimiyle yaşadığı siyasi krizde elini güçlendirmek istiyor.
Kürt yönetimi ise, dünyaya açılan kapı olarak gördüğü Türkiye ile bu anlamda ilişkileri ilerletmek isterken merkezi yönetimle yaşadığı sorunların çözümünde insiyatif almada avantajlı konuma geçmek istemekte, daha da önemlisi ise “Siyasi bağımsızlık” öncesi bir “Ekonomik bağımsızlık” sürecini tamamlama arzusunu kemale erdirmek istemektedir.
Kürt yönetimi ile merkezi Bağdat yönetimi arasındaki ihtilaflar bu minval üzere pek de çözüleceğe benzemez iken, Bağdat`la siyasi sorunlar yaşayan Türkiye`nin bu sorunlar üzerinden Maliki yönetimini sıkıştırma politikaları her ne kadar Maliki`nin şahsi yaklaşımları ile izah edilmeye çalışılsa da, aslında mesele, Maliki`nin şahsi eğilimlerini de aşan Bağdat-Erbil-Ankara ve belki de başka aktörlerin aldıkları siyasi pozisyonla alakalı bir durumdur. Neticede Maliki başbakanlığı kaybetse bile şu anda uygulanan gerginlik politikalarının bir anda çözüleceğine inanmak mümkün görünmemektedir.
Türkiye, şu anda Irak sahasında yaşanan Erbil-Bağdat anlaşmazlığı üzerinden meseleye müdahil olsa da sorunun asıl kaynağı yine Bağdat-Erbil arasındaki uyuşmazlıkta yatmaktadır. Burada Türkiye sadece yaşanan krizde deyim yerindeyse bir katalizör görevi görmekte, bu da Bağdat-Ankara hattındaki uyuşmazlığı daha da derinleştirirken aynı zamanda Erbil`le yaşanan sorunun siyasal yollarla çözümünü daha da zorlaştırmaktadır.
Bu minval üzere süren Bağdat-Erbil gerginliğinin varacağı nokta ise merak konusu olmaktan kurtulamamaktadır. Bağdat yönetiminin söylemlerine bakılırsa çözümsüzlükte aslan payı Ankara`ya düşmektedir. Burada da Maliki yönetiminin gelecekte alacağı pozisyonun Türkiye`yi zora sokacak nitelikte olup olmayacağı merak konusu olmaktan kurtulamamaktadır.
Bugüne kadar hep dillendirilen merkezi yönetim ile Kürt yönetiminin eninde sonunda savaşacakları ihtimali sürekli gündemde tutulurken, aslında Bağdat yönetiminin bir başka seçenek olarak Türkiye`yi de tuşa getirecek farklı bir manevra sergileyip sergilemeyeceği düşüncesi hep geri planda bırakıldı.
Şahsen çokça ve uzun zamandır merak ettiğim bu manevranın ilk işaretleri, Cengiz Çandar`ın “Ya Bağdat `Bağımsız Kürt Devleti` Derse? Başlıklı yazısında Maliki`ye yakın kaynakların dilinden yaptığı alıntıyla ortaya çıkmaya başladı.
Çandar`ın, başka bir yayın organı üzerinden naklettiği ve “Maliki`nin ağzı” diye nitelenen El Sabah gazetesindeki alıntısı aynen şöyle:
“Geçen hafta Bağdat gazetesi Al-Sabah`ta, genel yayın yönetmeni Abdülcabbar Şabbut`un Irak`ın Arapları ile Kürtleri arasında ‘ezeli sorun`un bir ‘Kürt devleti`nin kurulmasıyla çözümünün zamanının geldiğini savunan yazısını okuduğum vakit şaşırdım. Herhangi bir Arap çevresinde bu kadar açıklıkla böylesine sapkın bir düşüncenin dile getirildiğini hiç duymamıştım. Kaldı ki, bu, herhangi bir Arap çevresi de değildi. Sabah, Irak Başbakanı Nuri el-Maliki`nin ağzıdır. Şabbut, ‘Arap-Kürt işbirliğini barışçı yoldan sona erdirme`yi öneriyordu. Önerisini B Planı olarak sunuyordu. A Planı şu anda yürürlükte olan durum; yani Irak`ın merkezi hükümeti ile Kürt bölgesel hükümeti arasında ‘yeni Irak` çerçevesi içindeki sürekli ‘diyalog` hali...”
Irak Kürtlerinin bağımsızlık için sürekli uygun şartların oluşmasına vurgu yapmakla bu alandaki özlemleri zaten biliniyor. Bağdat yönetimiyle şu an yaşanan siyasi kopuş da bağımsızlık fikrine önemli bir zemin hazırlıyor. Ancak Bağdat`ın tek başına bağımsızlığa “Olur” vermesi de sanki yeterli gibi görünmüyor.
Nitekim geçen hafta İngiliz Time dergisine mülakat veren Kürdistan Başbakanı Nêçîrvan Barzanî, “Şunu söyleyebilirim ki Bağımsız Kürdistan`a her zamankinden daha yakınız” derken aynı zamanda şunu da ekliyordu: ““Irak anayasasından umudumuzu kestiğimiz zaman gerekli kararı vereceğiz. Bağımsız Kürdistan`ın ilanı için en az bir komşu ülkeyi ikna etmemiz gerekiyor. Çünkü hem bölgesel hem de uluslararası desteğe ihtiyacımız var.” Barzani`nin, “ikna edilmesi gereken en az bir komşu ülke”nin Türkiye olduğunu söylemeye bile gerek yok. Nitekim mülakatın şu bölümü Türkiye`nin Kürt/Kürdistan politikasının altını çizerken aynı zamanda bir çağrı, bir temenni de içeriyor:
“Öncelikle herkes Türkiye`nin politikalarını biliyor ve farkında. Türkiye politikası bağımsız bir Kürdistan olmasına açıkça karşı. Bu da bizim karşı karşıya olduğumuz kader. Türkiye bizi her zaman durdurabilecek bir güce ve askeri güce sahip. Ama memnuniyetle bunu yapmayacaklarını söyleyebilirim. Irak`ın bütünlüğünü tehlikeye atan tek şey Bağdat`taki Başbakan Maliki`nin tutumudur. Maliki bize karşı bir kampanya başlatmaya çalışıyor. Türkiye bizim umut kapımız. Ve eğer bu umut kapısı kapanırsa Bağdat`a teslim oluruz ve hepimizin çıkarları tehlikeye girer.”
Şayet Maliki yönetimi, olası bir çatışmayı değil de Türkiye`yi zora sokacak bir yaklaşım sergilerse, Türkiye`nin “Bağımsız Kürdistan” ihtimaline karşı alacağı tavrın geleneksel Kürt/Kürdistan politikasından farklı olmayacağı kesinlikle ifade edilebilir. Bu durumda Kürdistan yönetimiyle yaşanacak ilişkilerin, şu anda Bağdat yönetiminin yaşadığı kötü ilişkiye dönüşeceği de rahatlıkla öngörülebilir. Yine bunun sonucu olarak Maliki yönetimi, Kürtlere karşı bugün Türkiye`nin oynadığı dostluk rolünü pekala elinden alabilir.
İyi ama, Maliki yönetimi, yakın ve orta gelecekte çözüm ihtimali bulunmayan sorunlar nedeniyle çatışma pozisyonundan feragat ederek Kürdistan`a bağımsızlık öngörebilir mi? Prensip olarak Kürdistan`a bağımsızlık armağan etme ihtimali çok da kolay bir yaklaşım olacağını sanmamakla beraber, Türkiye`nin razı olmayacağı, hatta Kürtlerle yeniden hasmane ilişkilere döneceği, bunun da Kürtleri yeniden Bağdat yönetimine mecbur kılacağı varsayımı düşünüldüğünde, pratikte değil ama taktik amaçlı böyle bir yönteme en azından teorik olarak başvurabilir.