Siyonist rejimin Nisan 2002`de Batı Şeria`daki Cenin kentini yerle bir edip binden fazla insanı katlettiği, karargâha hapsedien Yaser Arafat`ın, Stalingrad`dan esinlenerek yıkım ve katliam boyutunu kendi cibilliyetine binaen vurgulamak adına “Ceningrad” dediği esnada mecliste konuşan dönemin başbakanı Bülent Ecevit, israil`i soykırım yapmakla eleştiriyordu.
İsrail`le stratejik dostluk kurmuş bir ülkenin başbakanının soykırım ithamı, elbette israil ve siyonist lobiler nezdinde yenilir yutulur bir itham değildi ve Ecevit`in bunun altından kalkması, dönemin koşullarına binaen olanaksız görünmekteydi.
Nitekim çok zaman geçmeden, bir hafta sonra Ecevit yeniden kürsüye çıkarak, biraz da kem küm`le karışık soykırım ithamında ileri gittiğini belirtti ve dolaylı da olsa özür dilemek zorunda kaldı.
Bu anekdotu buraya almamızın sebebi, terör rejimine “dil uzatan” yönetim veya yöneticilerin, bunu telafi etmek zorunda kalmaları geleneğinin eskiye dayandığı, telafiye yeltenmeyecek kadar “siyasi acemilik” gösterenlerin ise buna mecbur bırakıldıkları geleneğinin günümüzde de aynen sürdüğünü vurgulamak içindi.
Mısır`da yaşanan güdümlü krizi izliyorsunuz. Bu krizin, siyonist rejimin hezimetle karışık son Gazze macerası sonrasına tekabul etmesinden ötürü peydahlandığını da eminim ki kabul ediyorsunuzdur. Kestirmeden gidersek, Mursi yönetiminin Gazze saldırılarında Hamas`a destek, siyonist`e kınama tavrının bedelini ödeme sınavında Mursi`ye “ecel terleri” döktürülmeye çalışılıyor.
İyi de, sebep Hamas`a destek; siyonist`e kınama esasına binaen ise, aynısını hatta daha fazlasını yapan Türkiye neden benzer bir akıbetle Amerikan-siyonizm imtihanına tabi tutulmuyor? Diyebilirsiniz.
Şunu belirtelim ki;
Türkiye`deki iktidarın israil`i endişelendirecek “İslamcı yapısı” ile Mısır`daki İhvan destekli yönetimin “İslamcı yapısı” arasındaki fark, ABD-siyonizm ekseninin de malumudur. Siyonizm ekseni, “İslamcı Türkiye”nin derinliğini ölçüp tartmış durumda ve kendince bir endişe kaynağı olmadığının da farkında.
“İslamcı Mısır”ın derinliği ise henüz meçhul. Bu nedenle beynelmilel güvenlik konsepti bu konuda tecrübesiz olduğu kadar, endişeli bir duruş da sergilemektedir. Mursi yönetiminin yapısal reformlarına karşı “bindirilmiş kıt`aları” harekete geçirmek suretiyle “terbiye” metoduna başvurulmasının nedenlerinden birisi bu olsa gerek.
Diğer bir husus ise; Türkiye, kritik eşiklerde siyonist katillere salvolar gönderirken, dolaylı yollardan ya da gözlerden uzak mahfillerde siyonistlerin gönüllerini alacak kadar siyasi kıvraklığın sırrını çözmüş durumda. Türkiye, bu “tecrübesiyle” aslında “One minute” sonrası karşı karşıya kaldığı “Eksen Kayması” süreci sonrasında tanıştı ve her salvo sonrası başvurduğu ikircikli politik manevrasıyla bu tecrübeyi adeta içselleştirdi.
İç politikada oy potansiyeline tahvil edilen israil karşıtı söylemle kamuoyu yanıltılırken, aynı zamanda İsraillilerle sürdürülen gizli görüşmeler, Kürecik radarlarının israilin hizmetine amade kılınması, israilin güvenliğini önceleyen Suriye politikasında koçbaşı rolü oynaması ve her seferinde Gazze ve Hamas`ın uğradığı mağduriyetlerden Abbas yönetimini önceleyen politik atraksiyonlar geliştirmesi; katille restleşmenin yapmacıklığını ortaya koyuyor.
Son Gazze saldırısı sırasında siyasi iktidar yine esip gürledi. Sonra ne oldu? Sınıra yerleştirilecek Pariotlarla Türkiye`nin toprakları NATO`ya armağan edilerek israil için ikinci bir güvenlik halkası oluşturuldu. Ardından Avrupa başkentlerinin dehlizlerinde israil diplomasisiyle gizli görüşmelerin yapıldığı haberleri yayılmaya başlandı. Eş zamanlı olarak Hamas`ın ceremesini çektiği Filistin davasında israil-ABD ve tüm Batı`nın boynu bükük mahdumu Abbas, Türkiye tarafından uluslararası arenaya çıkarılarak BM`de kör gözlemci statüsüne kavuşturuldu. Şanlı basınımız BM`de “Kör gözlemcilik” statüsüne methiye dizmede yarışadursun ama, siyonistlerin ateşkes ihlallerinin devam ettiği, Gazze ambargosunun hala sürdüğü, direniş önderlerinin hala suikast tehditlerine hedef olmaya devam ettiği bir süreçte “Kör gözlemcilik” statüsüne dizilen methiyelerin pratikte neye karşılık geldiğini doğrusu minik aklım hala almış değil.
Dahası, Abbas`ın Ankara`ya ani gelişi, en üst düzeyde kabul görüşü ve mecliste konuşturulmasının sebebi hikmeti, Gazze`deki direnişin son fedakârlığının ardından gelen BM`deki yeni statüsüne binaen idi. Ve minik aklım şunu da bir türlü çözebilmiş değil:
Saldırıya uğrayan Gazze... Katledilenler direniş önderleri ve açlığın pençesindeki Gazze halkı olmasına karşın neden Mahmut Abbas yönetimi öne çıkarılarak siyaseten direnişin “Mirasyedi”sine dönüştürülüyor? Ve neden bunu yapan hep Türkiye oluyor? Oysa Abbas yönetiminin Batı Şeria`da direniş güçlerine uyguladığı kıskaç, Siyonistleri aratmıyor. Bu durumda birileri BM`de her ne şekilde ise temsil hakkı kazanacaksa o da siyonizmin saldırılarını püskürtme başarısı gösteren Gazze`nin meşru yönetimi olmalı değil miydi? Ankara`ya çağrılarak mecliste konuşturulması gereken kişi Abbas yerine İsmail Heniye olmalı değil miydi?
Peki, Mursi yönetimi ne yaptı? Öyle ya, Mursi de tıpkı Erdoğan gibi en şiddetli restleri çekti. Ama Türkiye gibi perde arkasından siyasi kıvraklığa yeltenmediği için “Ekseninin kaydığına” hükmedilmiş olmalı ki, Mursi`nin iktidar serüvenini Amerika`ya dayandıran güdümlü Amerikancılar, aldıkları bir göz, yarım kaş işaretiyle soluğu meydanlarda almaya başladı.
Amerika`nın, Mursi yönetiminin alacağı nitelik ve Amerikancı politikalara uyum üzerinden İslam dünyasıyla yeni bir ilişki modelini deneme arzusunda olduğu söylenebilir. Mursi yönetiminin öngörülen modele uygunluğunun da Mısır Ergenekonu`nca denetleneceği, son sokak gösterileriyle açığa çıktı. Denetmenliğe çıkan Mısır Ergenekonu`nun baskılarına karşı alınacak tavır ise hem Mursi yönetimi hem de İhvan`ın geleceği açısından hayli kritik. Çünkü baskılar kritik sürecin kapısını araladı.
Tüm bunlar göz önüne alındığında, israil saldırılarına karşı Türkiye ile benzer reaksiyonu gösteren Mursi yönetiminin neden Batı ve israil`in “Bindirilmiş kıtalarınca” “terbiye” edilmek istendiği gerçeği ortaya çıkmıyor mu?
İşte bundan sonra önemli olanı, İhvan ve Mursi yönetimi için bundan sonraki süreç olacak. Mursi yönetimi, Mısır Ergenekonu`nun denetmenlik görevine rıza gösterip, Amerika`nın bölgesel politikaları karşısında dini yönü biraz daha ağır basacak farklı bir AKP`lilik kisvesine mi bürünecek? Yoksa, dış destekli muhalif baskılara tavır koyup beklenilen İslami sorumluluğunu mu icra edecek?
Sonuç itibariyle;
Gazze saldırısı üzerinden yükselttiği israil karşıtı söyleme rağmen Türkiye bir kez daha kefen yırtarken; Aynı tavrı gösteren Mısır`ın ekseninin kaydığına hükmedildi.
Şu anda Mısır devriminin kırılma noktasını yaşadığı bu son gelişmelerde öne çıkacak tavır, aynı zamanda İhvan`ın da geleceğine yön tayin edecektir.