PKK kanadında “Sivil itaatsizlik” eylemleri kapsamında baş gösteren kimi eylemler “Sivil Cuma” adı altında dini alana da sarkmaya başlamasıyla beraber kimi dini olgular tartışma ve çekişmelerin manevra alanına dönüşüyor.

Diyanet teşkilatı kanadından gelen kimi projeler tartışmaları daha fazla alevlendirirken Cami ve imamlık kurumuna olan güven iki cenahça da erozyona uğratılıyor.

Diyanet teşkilatının son on yılda bölge ile ilgili bir takım projelerinin olduğu biliniyor. İmamevlerinin yapımı, imam açığının açılacak yeni kadrolarla doldurulması, kurulan seyyar irşad ekiplerinin bölgeye sıklıkla gönderilmesi, aile imamlığı projesi, kadın ve çocukların da camilere yönlendirilmesi ve son olarak ilki Diyarbakır`da açılacağı belirtilen “Dini Yüksek İhtisas Merkezi” kurulması projesi.

Laik bir sistemde devletin Diyanet teşkilatı üzerinden dini alana müdahale yönteminin beraberinde getirdiği tartışma hakkımızı saklı tutmak kaydıyla Diyanet eliyle sürdürülen projeler ilke olarak zaten olması gereken hizmetlerin aynı teşkilat eliyle yürütülmesinin doğal bir gereğidir. Diyanet teşkilatının bu işleri görev gereği kendiliğinden yapması yerine devletin güvenlik konseptinin bir aracı olarak ve güvenlik zirvelerinden çıkan kararlar doğrultusunda bu tür hizmetlere yönelmesi, belki de tartışmaların ana odağını oluşturmaktadır. Yukarda sıraladığımız tüm projeler aslında olması gereken temel ihtiyaçlardandır. Ancak bu projelerin dillendirildiği geçmiş tarihlere bakılırsa, hepsinin temelinde Hizbullah etrafında gündeme taşınan tartışmalar sonrasında şekillendiği, şekillenme merkezinin de YAŞ`tan tutun da MGK ve diğer güvenlik toplantılarına kadar bir dizi kurumlarda şekillendiği görülecektir. Son olarak gündeme getirilen “Dini Yüksek İhtisas Merkezi” projesi ise PKK`nin “Sivil Cuma” eylemi sonrasına denk getirilmesi açısından yeniden tartışmalara sebep olmuştur.

Aslında İmamevleri de, camileri cazibe merkezleri haline dönüştürmek de, irşad ekipleriyle halkı aydınlatmak da, ihtisas merkezleri kurmak da ilke olarak son derece olumlu adımlardır. Ancak olumlu sonuçlar doğuracak bu tür projelerin devletin güvenlik konseptine peşkeş çekilmesi ve devletin Diyanet içerisindeki derin elinin siyasi maharetine indirgenmesi, işte bugün “Sivil Cuma” üzerinden sürdürülen cami ve imamlık kurumunun tartışmaların odağına çekilmesi ve yıpratılmasının hedeflenmesine sebebiyet vermektedir.

Burada şunu sormak lazım. Diyanet teşkilatı halkın dini ihtiyaçlarını göremiyor mu? Görüyorsa neden kendisi inisiyatif alarak doğal süreç içerisinde gerekli adımları atmıyor? Ya da illa ki güvenlik uzmanlarının dürtüklemesi sonucunda mı harekete geçmesi gerekiyor?

Burada, bugüne kadar halktan esirgenen dini alandaki imkânların tekrar halka sunulmasına, ne sebeple olursa olsun tabii ki itirazımız olamaz. Camiye giden gençleri 1990`lı yıllarda örgüt üyeliğinden cezalandıran devlet anlayışının, camileri kadın ve erkekler için cazibe merkezine döndürmek suretiyle değişim göstermesi ilke olarak olumlu bir adımdır. İhtisas merkezlerinin açılması da, medreselerin kapısına kilit vurulmasıyla oluşan nitelik kaybını birazcık da olsa telafi edecekse karşı çıkmanın hiçbir anlamı olmayacaktır. Zaten Diyanet eliyle yürütülen bir çok uygulamanın resmi dini anlayışın dışında görülen Hizbullah ve diğer İslami çevrelerin “kayıt dışı” İslam anlayışına karşı konumlandırılmasına rağmen hiçbir İslami camianın yıkıcı eleştirisine maruz kalmaması, ilgili uygulamaların, halkın İslami şiarlara bağlılığına sunacak muhtemel katkıya olan inançtandır.

Bunun yanında Öcalan`ın, bölgeye atanacak imamlar ve camiler üzerinden açtığı tartışma ve bu tartışmanın, Öcalan`a rağmen hiçbir söylem geliştiremeyen aynı çizgideki siyasi çevrelerin hakim görüşüne dönüşmesi, elbette bambaşka sebeplere binaendir. Soğuk savaş döneminin sol mantalitesi ile doğan, dini alana savaş açarak günümüze gelen bir siyasi çevrenin imamları “özel ordu” ile eşleştirerek, camilere zımnen “kışla” benzetmesi yaparak sürece müdahil olması anlaşılabilir bir durumdur. Cami kültürüne aşina olmayan hatta düşman olan bir çevrenin dine sadece “devrimci yaklaşım”lar sergileyerek sürece müdahil olması, laik iki gücün dini yaşamı tanzim etme yarışması olarak görmek mümkündür.

Burada laiklik prensibini iliklerine kadar yaşayan devlet yönetimi de, dini alana yaklaşımda devletten rol çalmaya çalışan PKK çevresi de dini alana hükmetme gayreti içerisine girmesi, iki laik gücün rol kapma mücadelesi olarak belirmektedir. Daha düne kadar bölgedeki İslamileşmeye karşı devletin laik-şahin kanadından işbirliği dileyen bir çevrenin bugün Cuma namazları üzerinden siyaset yapmaya çalışması açıkçası  çok “Ucube” bir tabloyu ortaya koymaktadır.

Son ihtisas merkezleri kurulması haberleri, PKK medyası tarafından “Kürdistan`a Haçlı Seferi” başlığıyla yer buldu. Yapılan “sefer” elbette birçok cihetle irdelenip tartışılabilir. Ancak bunun “Haçlı Seferi” olarak ilan edilmesi, sefere maruz kaldığını düşünen çevrenin de “Selahaddin-i  Eyyubi”nin özelliklerine/hassasiyetlerine sahip olmasını gerektirmektedir. Velev ki “Haçlı Seferi” olsa bile bu duruma karşı çıkmak, ordunun laiklik hassasiyetini paylaştığını müteaddid defalar dile getiren İmralı düşünce sisteminin neyine?!

Ortaya çıkan tablo ve oluşan tartışmalar şu gerçeği ortaya koymaktadır: Diyanet teşkilatı artık devletin dini alana müdahale sopası olmaktan çıkarılmalı. Dini anlayışın şekillendirilmesi, biçimlendirilmesi politikaları İslam`a ve halkın inanç değerlerine karşı en büyük savaştır. Dolayısıyla bu alana resmi müdahale politikalarına son verilmeli ve bu alan tamamen halka bırakılmalıdır.

Aksi halde dini alana müdahalede devletten rol çalarak suiistimal sürecini kendi lehine çevirmek isteyecek başka türlü aktörlerin zuhur etmesi kaçınılmaz olacaktır. Laikçi aktörlerin dini şiarları suiistimal ederek karşılıklı atraksiyonlar geliştirmesi, bugün için yeni denenen bir politika olmadığı gibi hiçbir aktörün bu tür suiistimallerden hayır görmediği de bir gerçekliktir.