U-2 Casus uçak krizi ve Türkiye – Suriye gerginliği
Yıl 1960, aylardan mayıs! Başını ABD`nin çektiği NATO ile SSCB liderliğindeki Doğu bloku arasında “Soğuk Savaş”ın en sert esintilerinin yaşandığı bir dönem.
Geride kalan Kore savaşı, iki blok arasındaki güvensizliğin esin kaynağı olmaya devam ediyor. Süreç “Soğuk Savaş” ile ifadesini buluyor ama ortamın “Sıcak Savaş”a dönmesi an meselesi.
Elbette her iki taraf da süregiden gelişmiş savaş araçlarını üretme yarışında at başı giderken, olası bir kapışmada aynı zamanda birbirlerinin savunma sistemlerini test etmeyi, vurulabilecek kritik hedefleri belirlemeyi de farklı casusluk faaliyetleriyle belirlemeye çalışıyorlar.
Bu bağlamda Sovyet askeri faaliyetlerinin gelişmiş radarlar veya casus uçaklarla gözlenmesi, Amerika`nın en büyük askeri stratejik planlaması içerisinde yer alıyordu.
ABD ile SSCB arasında bir zirve toplantısının yapılacağının hemen öncesinde yani 3 Mayıs 1960 tarihinde Başkan Kruşçev, 1 Mayıs günü bir Amerikan casus uçağının Sovyet güçlerince düşürüldüğünü dünyaya açıklıyordu. Amerikan tarafı ise, düşürülen cismin kesinlikle casusluk amacıyla kullanılan bir uçak olmadığını, meteorolojik olayları incelemek için havalanan bir meteoroloji uçağı olduğunu belirtiyordu. Kruşçev ise bunun casus uçak olduğu konusunda ısrar ederek, bu düşmanca tutumun zirve toplantısını baltalamak amaçlı olduğunu açıklıyor, aynı zamanda herhangi bir saldırıya karşı Sovyetler Birliği`nin güdümlü füzelerle karşılık vereceğini ve bu saldırıda kullanılan üslerin de yerle bir edileceğini ifade ediyordu.
Kruşçev`in “kullanılan üsler” ile tehditlerinin adresi de ortaya çıkıyordu: Türkiye!
Düşürülen uçak, Lockheed şirketi tarafından Amerikan kuvvetleri için üretilen, Sovyet savaş uçaklarının ve uçaksavar ateş menzilinin çok üstünde radara yakalanmadan uçabilecek bir uçak idi. U-2 olarak adlandırılan bu uçak, 10 saniye içinde 300 metre yükselmekte, 21000 metre yükseklikte uçabilmekte, yakıt almaksızın yaklaşık 5000 km uçabilmekteydi. U-2`ler çok yüksekten net fotoğraf çekecek güçlü kameralarla da donatılmıştı.
Sovyetler`in “casus” iddiası ile ABD`nin “meteorolojik” tezleri aylarca gündemde kalmasına karşın uçağın pilotu ile ilgili hiçbir açıklama yapılmadığı gibi, pilotla ilgili hiç kimsenin elinde hiç bir malumat da bulunmamaktaydı.
Aylar sonra Moskova`da pilotla ilgili yürütülen soruşturma, pilotun Sovyet yönetiminin elinde olduğunu gösterince, Sovyetler`in pilotu gizlemedeki amaçları da ortaya çıkıyordu. Evet, pilot Sovyetler`in elindeydi ve Kruşçev yönetimi pilotu gizlemekle Amerika`nın “meteorolojik” yalanlarını aynı zamanda uluslararası bir üstünlük başarısı aracına da dönüştürmeyi bilmişti.
Pilot, soruşturma safhasında verdiği bilgilerle CIA ile imzaladığı özel sözleşmeyi ifşa ederek aldığı görevleri açıklıyordu. Buna göre pilot;
1956 tarihinden beri Türkiye`deki İncirlik Üssü`nde üslenmiş olup her yıl bir dizi haberalma uçuşlarına çıkmaktaydı.
CIA ile İmzaladığı özel sözleşme uyarınca ABD`nin özel bir hava birliğinde çalışmaktaydı ve görevi Sovyetler`deki telsiz istasyonları, radar üsleri ve füzeler hakkında havadan bilgi toplamaktı.
Bu gelişmeden sonra Başkan Eisenhower, casusluk suçlamasını kabul etmek zorunda kalmış, casus uçuşları da yasakladığını açıklamasına rağmen ABD casus uçuşları yine de devam etmiştir.
* * *
Türk savaş uçağının geçen hafta Suriye tarafından düşürülmesi üzerine iki ülke tarafından yapılan karşılıklı açıklamalar birbirine zıt bilgiler içermekteydi. Suriye tarafı, kendi hava sahasını ihlal eden cismin düşürüldükten sonra Türk uçağı olduğunu anladıklarını belirtti. Türk tarafı ise hava sahası ihlalinin olmadığı veya kısa süreli/mesafeli ihlallerin rutin olduğu, bunun düşürme için gerekçe olamayacağı, düşüş yerinin de uluslararası hava sahası olduğu konusunda ısrarlı davranıyor.
Tarafların anlaşamadığı diğer bir husus da uçağın hangi savaş materyaliyle düşürüldüğüdür. Suriye tarafı, uçaksavar konusunda ısrar ederken, Türk tarafı füze olduğu konusunda ısrar ediyor.
Açıkçası ihtilaf konusu birçok açıklama teknik bilgi gerektiriyor. Dolayısıyla istendiğinde tüm bunlar zamanla ortaya çıkabilecek şeylerdir.
Oysa daha can yakıcı soru, gerginliğin had safhada olduğu Suriye sınırında veya hava sahasında Türk askeri uçağının ne işi olduğu yönündedir. Suriye`yi saran ateş ve bu ateşte Türkiye`nin rolü göz önüne alındığında, Suriye`nin bunu bir intikam duygusuyla gerçekleştirdiği kanısına varılabileceği gibi, iki ülke arasında bunca gerginliğin yaşandığı bir süreçte Türk uçağının yüksek hız – alçak uçuş pozisyonuyla Suriye hava sahasında ne işinin olduğu da sorulan ciddi sorular arasında yerini koruyor.
Henüz olayın oluş şekli üzerinde taraflar uzlaşamamışken farklı cenahların tavır, açıklama, kışkırtma veya “temkinli” pozisyonları, olayın cereyan ediş şekli üzerinde de yine soru işaretleri bırakıyor.
Uçaksavar – füze polemiği, her iki tarafın kendi tezlerinin haklılığı açısından önemli. Uçak, uçaksavarlarla düşürülmüşse Suriye`nin tezleri; gelişmiş füze ile vurulmuşsa Türk tezlerini güçlendirmesi açısından önemli. Kaldı ki gelişmiş radar sistemleriyle bu durumu açığa kavuşturmak kolay iş iken bu yönde ABD-NATO kaynaklarının sessizliği tercih etmesi oldukça manidar. Oysa ABD ve NATO`nun elinde bulunan radar sistemleri, bir yerden ateşlenen füzeyi rahatlıkla tespit edip uçaksavar mermilerinden ayırt edebilecek durumda olmasına karşın tek kelimelik bir açıklama bile olmaması düşündürücü.
Türkiye şu anda kendi kıt imkânlarıyla Akdeniz`deki uçak enkazı ve varsa pilotlara ulaşmak için çırpınıp duruyor. Peki, sormazlar mı, uzun yıllar boyunca ABD-israil ikilisiyle Akdeniz`de ortak “Arama kurtarma tatbikatları” yaptınız, neden bu çalışmalara kimse katılmıyor? Yoksa yapılan onca tatbikat bütünüyle palavra mıydı?!
Oysa ABD-NATO-AB vs hepsi kınama yarışına girip Suriye`yi küstahlıkla suçlayabiliyorlar. Tamam, Suriye küstah da, bunların durumu uzaktan izlemekle yetinmeleri, hiçbir teknik destek sağlamamakla beraber kışkırtıcı beyanlarda bulunmaları ne anlam ifade ediyor?
Mavi Marmara hadisesinde israil`e bir kınamada bile bulunmayan bu güçlerin şu anda kışkırtıcı rol oynamaya başlamaları ilginç değil midir?
Medyanın malum savaşçılarının ordudan önce Suriye sınırına dayanma çabalarına ne demeli? İlginçtir, çok farklı meselelerde “barışçıl”, “insancıl”, “çözümcül” dil kullanmaktan geri durmayan medya mahallesinin liboş takıntılı kalemşörleri, şu sıralar savaş naraları atıyorlarsa, cereyan eden hadisenin perde gerisini komplo teorilerine boğmamıza ve bir kez daha “O uçağın orada ne işi vardı?”, “Yoksa ORAJ`ı AVERAJ`la bitirmeye dönük eylemlilik mi söz konusuydu?” gibi soruları tekrar tekrar yöneltmemize olanak sağlıyor.
Başbakan Erdoğan`ın grup konuşmasında, Suriye`ye karşı alınacak tedbirleri sıralarken, artık sınırda “Askeri angajman” kuralının faaliyete geçirildiğini belirtiyordu. “Askeri angajman” sınıra yaklaşan uçakların hiçbir uyarıya gerek kalmadan ve hedef gözeten yerel birimlerin merkezden onay almalarına gerek kalmadan hedefin vurulmasıdır.
Oysa açıklamalar Suriye`nin gerek iç karışıklık, gerekse de dış müdahale tehditlerini dikkate alarak olası saldırılara karşı alarm düzeyini yükseltmiş ve “Askeri angajman” pozisyonuna geçmiş olduğu yönündeydi. Bu durumdan Türk Hava Kuvvetleri`nin haberinin olmaması ihtimal dâhilinde bile değil iken uçağın Suriye hava sahasına girmesi, farklı yorumları, başka niyetleri beraberinde getirmez mi?
Ve en önemlisi, hala hiçbir haber alınamayan pilotların durumu… Şayet pilotlar uçakla beraber düşüp ölmemişlerse, bugüne kadar da bulunamadığına göre geride tek bir ihtimal kalmaktadır. O da pilotların Suriye`nin elinde olabileceği ihtimali. Gerçi Suriye, pilotların ellerinde olmadığını açıkladı. Ama günü gelir de pilotların Suriye`nin elinde olduğu açıklanırsa…
Ya da pilotlar ekrana çıkarılıp meselenin gerçek mahiyetini açıklayan beyanlarda bulunurlarsa… Alın size U-2 Casus uçağı vakasının 2012 versiyonu…
Gerçi Esad, Kruşçev değildir; ancak Kruşçev`den ilham almasının önünde de hiçbir engel bulunmamaktadır.