Her şey normal mecrada yürür iken tahliye olan bazı sanıkların Hizbullah davasıyla ilişkili olması bir anda tsunami etkisi oluşturmuştu.

Siyasetten medyaya, Ergenekon`dan İmralı`ya homurdamayan kalmamıştı. Tüm cenahlar birbirini suçlama yarışına girmişlerdi. Herkes tahliyelerin ardındaki “Şifreyi” kendince çözmeye çalışıyordu.

Ergenekon cephesi, içine sindiremediği tutukluluk hallerine yanıyordu. İmralı`ya bir dokunan bin ah işitiyordu. Ergenekon-Silivri koalisyonu, bu işte AKP`nin “şifreli” komplosuna odaklanmıştı. AKP ise CHP ile el ele vererek çıkarmış olduğu yasanın gereklerini bir kenara bırakarak tahliyeler ardındaki “Ergenekon komplosu”na odaklanıyordu.

Derken olan olmuş, tahliyeler gerçekleşmişti. Ve Türk siyasi tarihi hiç olmadığı kadar ağır bir “Vicdan kanaması” hastalığına yakalanmıştı. Ne kuş gribi, ne de Domuz gribi… Hiçbir hastalık 2011 yılının bulaşıcı hastalığı olarak ortaya çıkan “Vicdan kanaması” kadar yayılma alanı göstermemişti.

Oysa tahliye olanlar, ne tahliyelerden yana bir beklenti içerisine girmişlerdi, ne de birileriyle tahliye pazarlığına oturmuşlardı. Ne Gatakulliye yatan olmuştu, ne de konforları için bağlı bulundukları ekollerini satılığa çıkaran olmuştu. Kaldı ki dokunulmazlık zırhına göz dikerek aday olma hayalleri de yoktu. Tamamen yasal değişikliklerden kaynaklanan hukuki bir durum söz konusuydu ve diğer tutuklular gibi ilgili yasa kapsamında tahliye durumları belirmişti. Medya ile siyaset cenahının oluşturduğu dumanlı hava, en sonunda tahliye olan sanıkların aniden ortadan kaybolmalarına neden oldu. Sonradan anlaşıldı ki, tahliye sonrası kayıplara karışmalarında en büyük faktör, Yozgatlı birinin hükümet adına, “Yargı isterse bu işi bir saatte bitirebilir” direktifi olmuştu.

Ortada kalan bazılarının “Yeniden örgüt kurdu” suçlamasıyla apar topar götürülerek içeri atılmaları ya da çok kısa bir süre zarfında ana dava sanıklarının dosyalarının direktif alan yüksek yargı tarafından “Bir saatlik süre zarfında” sonuçlandırılması, belki de ortadan kaybolmanın haklılığının bir nevi teyidi olmuştu.

Ve yaklaşan seçim süreci… Aday listeleri belirlendi. Ortaya çıkan aday profilleri, seçim propagandalarının önemli malzemeleri olacağını da gösterdi. Sorgulanacak adayların ortak özelliği ise, tutuklu olma vasıfları olacak. KCK tutuklularını aday gösteren BDP, belki tutukluluk üzerinden yapılacak karşı propagandalardan fazla etkilenmez, ama CHP ve MHP`nin tutuklu kimi Ergenekon sanıklarını aday göstermiş olması, AKP`nin başlıca eleştiri noktasını oluşturacaktır.

Büyük ihtimalle CHP ve MHP`den aday olan tutuklu sanıklar vekil seçilip meclisin yumuşak koltuklarına kurulacaklardır. Kimisi zımnen darbeci ekolun “1 Numarası” suçlamasıyla, kimisi darbecilerin katipliğini yapmakla, kimisi de Balyoz`un önemli aktörü olarak suçlandıkları davalardan yırtarak dokunulamayacaklar sınıfına dahil olacaklardır. Başka bir deyişle Silivri`den meclise kazılan siyasi tünel sayesinde tedhiş planlarının ve muhtemel darbe aktörlerinin mutlu sonla bitecek muhteşem firarları gerçekleşmiş olacaktır.

Ama verilmesi beklenen tepkilere bakıyoruz: Çıt yok! Dün Hizbullah tahliyeleri üzerinden kalpazanlık yapanlar dut yemiş bülbüle dönmüş! Hizbullah dosyası için yargıya direktif verenlerin esamesi okunmuyor! Vicdan kanamasında yarış kulvarlarına kurulanlar ise sadece “masumiyet” karinesine sarılmış durumdalar. Tepkiler sadece “halk sandıklarda bu durumu değerlendirecektir” gibi sönük ve kaçamak cevaplarlardan ibaret kalıyor.

Oysa ne operasyonlar düzenlendi, ne skandal sorgulara imza atıldı. Hizbullah tahliyeleri bahane edilerek. Bırakın yargılananları, sivil kurumların da belli çizgideki dindar insanların da masumiyet karinesi ayaklar altına alındı. İnsanlara resmen terörist muamelesi yapıldı. Düşünün, tutuklu Hizbullah sanıklarından biri aday olsaydı… Şafak operasyonlarının da, baskın yiyecek dernek veya evlerin de ne haddi ne de hesabı olurdu. Zaten akıtılan onca salya sümüklerin bir nedeni de Hizbullah sanıklarının güya bağımsız aday olabilecekleri iddiasından duyulan danışıklı endişe değil miydi?

Hizbullah tutukluları karşısında depreşen totaliter eğilimler, nedense Ergenekon ve yan türevleri karşısında “demokratik eğilimlere” dönüştü. Hizbullah tahliyeleri ile kanayan vicdanlar, Ergenekon ve KCK tutuklularının aday listelerine girmesiyle pansuman görmüş oldu. Demek ki, bu ülkede tutukludan tutukluya da fark varmış! Demek ki tutuklular arasında da “imtiyazlı tutukluluk” sınıfı varmış! Demek ki demokratik teamüller, çifte standart ve iki yüzlülük olmadan tecelli etmiyormuş!