Dalga sayısını hatırlamakta güçlük çektiğimiz Ergenekon operasyonlarının en etkili polemik konularından birisi, “Avukat - Savcı” polemiğiydi.

 

Baykal`ın Ergenekon operasyonlarına eleştirisini “Ergenekon avukatlığı”yla açıklayan Başbakan Erdoğan, Baykal`ın “Sen savcı olursan ben de avukat olurum” restiyle karşılık bulmuştu.

 

Doğrusu ikisi de ilk etapta yakıştırma gibi görünen “Avukat – Savcı” etiketine bir ölçüde de razı gibi olmuşlardı.

 

Elbette postal siyasetine dayanan statükonun yargılama sürecinde savcı olmak, statükoyu koruma refleksiyle açıklanan avukatlık rolünden daha iyi idi. Hatta Erdoğan ve hükümetinin şahsında yargı sürecine verilen siyasi destek toplumda da gayet olumlu bir karşılık bulmaktaydı.

 

Ergenekon süreci yavaş yavaş soğumaya terk edilirken asıl gözler “28 Şubat” cuntasının üzerindeydi. Ergenekoncuların özellikle hükümeti devirmeyi öngören komplike planlarının bir çoğu teşebbüs aşamasındaydı. Dolayısıyla asıl hedef olan hükümetin düşürülmesi isteği gerçekleşmemiş, dolayısıyla siyaset alanında bariz bir mağduriyet durumu yaşanmamıştı.

 

Oysa 28 Şubat darbesi, toplumun kılcal damarlarına kadar girmeyi başarmış, siyasete alenen müdahale edilerek hükümet lağvedilmiş, medya-sermaye-çete sarmalı üniformalara bürünerek milleti mağdur etmenin yanı sıra ekonomik kaynaklarını talan etmiş, uluslararası boyut deşifre edilerek mafyavari ilişkilerin ana merkezleri olan Tel Aviv ve Washington`un bu süreçteki rolleri, kriptoları gözler önüne serilmişti.

 

Derken o muştulu haber geldi ve ilk dalga operasyonun startı verildi. Her 28 Şubat`ın yıldönümünde olduğu gibi basın yayın meseleye tekrar eğildi ve yaşanan mağduriyetlerin detayları bir kez daha medyadaki yerini aldı. Bizzat Başbakan`ın kendisi sürecin nasıl cadı avına dönüştürüldüğünü defaatle açıklayarak hem kendisinin yaşadığı hem de şahid olduğu mağduriyetlerden örnekler vererek operasyon sürecine olan desteğini ifade etti. Bezm-i Alem`de karşılaştığı kafayı yiyen başörtülü kız öğrencilerin hazin dramını medyayla paylaştı, MÜSİAD toplantısındaki konuşmasında sürecin aktörlerinin ülkenin maddi kaynaklarını nasıl heder ettiğinden örnekler/rakamlar vererek hesap sorulabilirlik sürecinin önemini dile getirdi.

“Avukatlık” belirtileri baş gösteren Kılıçdaroğlu`nun “Bu iş cadı avına dönecek” sözlerine en sert tepkiyi koydu, gerçek cadıların yaptıklarını hatırlatarak “Nereye kadar giderse…” mesajını net bir şekilde verdi.

Bu arada operasyon dalgaları devam etti. Sürece konsorsiyum şeklinde giren birleşik cephenin sadece asker ayağına odaklanıldı. Sırada medya, sermaye, güdümlü STK`lar, akademik/bürokratik çete beklentisi devam ederken, Başbakan çok tuhaf bir manevrayla operasyon sürecine taş koyma anlamına gelecek çok tuhaf açıklamalar yaptı.   

 

28 Şubat soruşturması bir davaya dönüşürse müdahillik talebi olup olmayacağına ilişkin bir soruya, kelimenin tam anlamıyla yargıya müdahale olarak anılacak şu yanıtı verdi:

 

"Şu anda tabii 28 Şubat ile ilgili belli bir süreç işliyor. Ancak böyle bir dalga, iki dalga, üç dalga, dört dalga filan. Bunlar toplumun huzurunu da doğrusu kaçırıyor. Bundan bizler de ciddi manada rahatsızız. Yani atılması gereken adımlar atılır, biter, geçer. Ama bu dalgalar böyle arka arkaya geldikçe o dalgalarda kusura bakmasınlar ülke boğulur. Bu iş bu kadar uzatılmamalı."

 

Dün eleştirel yaklaşan Kılıçdaroğlu`na laf sokuşturan Başbakan`ın bu ani dönüşü bariz bir “Libya sendromu” olarak kayıtlara geçecek cinstendir.

Evvela millet, darbenin dış uzantılarına varacak şekilde bir sürecin işletilmesi beklentisi içerisindeyken içerdeki aktörlerin asker dışında kalan ve askerden daha aktif davranan “sivil” uzantılarının artık güvende olacaklarını göstermektedir. Bu sözler açıkça yargıya müdahaledir.

Allah aşkına kimmiş bu dalgalar peşpeşe geldikçe huzuru kaçanlar? Kimmiş bu operasyonlardan dolayı boğulma emareleri gösterenler?

Başbakan`ın Bezm-i Alem`de karşılaştığı ruhsal bunalıma düçar olmuş başörtülü kızlar mı?

Okuma hakları ellerinden alınarak kapı dışarı edilen binlerce başörtüsü mağduru mu? Sakalından, çarşafından, başındaki örtüsünden dolayı fişlenen insanlar mı? Kapatılan binlerce Kur`an kursu mağdurları mı? Kapısına kilit vurulan İmam-Hatip Okullarının Üniversiteye alınmayan yüz binlerce öğrencisi mi? Eşini boğa arenasına getirmediği için ordudan atılan askerler mi? Kazıklara oturtulmaktan son anda kurtulanlar mı?

 

Yoksa Kazıklı Voyvodalar mı? Milletin iflahını kesen malum medyanın bugünkü sahtekar kalemşörleri mi? Darbe bahşişi niyetine milletin servetini çarçur ederek ekonomik krizlere yol açan çağdaş Hamanlar mı? Beşli Çete mi boğuluyor?

 

Darbe kriptosuyla startı veren Neo-con`cular mı? Uçak, tank modernizasyonu adı altında israil`le ortak vurgun operasyonlarını yürütenler mi? Kimdir bu huzuru kaçıp boğulma tehlikesi gösterenler?

İktidarın etrafını kuşatma başarısı gösterdiği gözlenen her devrin mutlu azınlığı mı? Yoksa sırf bu tür beklentilerle destek olan büyük halk kitlesi mi?

Aman haa! Diyerek operasyonların kendilerine sıçramaması için ucuz akıl dağıtıp süreci sınırlandırma telaşındaki bir grup elitist mi; Yoksa bu uğurda büyük teveccüh gösteren geniş halk kitlesi mi?

Bu sözlere alkış tutup koro halinde manşetlerine taşıyan dünün manşet savaşçıları mı; Yoksa o manşetlerden yara alarak sizlere her türlü desteği veren geniş halk/seçmen kitlesi mi?

     

Sahi düne kadar operasyonların varacağı noktayı Tel Aviv`e kadar vardıran “Alternatif medya”nın sevimli çocuklarına ne oldu? Yine tevil yoluna başvurarak işi katakulliye mi getireceksiniz? Yoksa eğriye eğri; doğruya doğru deyip ilk günkü taleplerinizin takipçisi olma adına beklentilerinizde ısrarcı mı olacaksınız?

 

Bu işin şakası falan kalmadı. Kılıçdaroğlu`ndan duymaya alıştığımız sözler artık Erdoğan`dan sadır olmaya başladı. Bu durum, sıradaki yerini koruyan “27 Nisan müdahale girişimi”ne soruşturma beklentisine dönük umutları bir başka bahara sarkacaktır.

Bu durumda da Kılıçdaroğlu`na iyi malzeme çıkacak gibi. “Avukatlık – Savcılık” polemiği de rol değişimi geçirerek yeni bir versiyonla gündemde kalmaya devam edecek.