28 Şubat 1997 tarihli MGK ürünü dayatma kararlarından esinlenerek tesmiye olunan sürecin üzerinden on beş yıl geçti. Dönemin şedid aktörlerinden sivrilenlerin bir kısmı ancak on beş yılın sonunda sanık sandalyesine oturtulabildi.
Süreçle birlikte toplumsal hayatın özellikle dindarlar üzerinde ne tür tahribatlar yaptığıyla ilgili çokça şey yazıldı, çizildi. Süreç, toplumsal hayatın her alanına müdahaleyi öngören bir mühendislik projesi idi. Proje kapsamlı olunca ister istemez buna destek veren tahakkümcü katmanlarda da bir kapsamlılık söz konusu idi. O gün sürecin daha fazla tahripkâr olması için kışla kapılarında takla atan o katmanların, bugün ters esen rüzgâra paralel olarak ters takla atma yarışını önde götürmeleri, son günlerin en iğrenç tablolarından olsa gerek.
Medya kuruluşları, sermaye çevreleri, siyaset cambazları… Bunların provaktif ve de kışkırtıcı katkıları olmasaydı, sürecin bu denli tahripkâr geçmeyeceği noktasında herkes neredeyse ittifak etmiş durumdadır.
O halde, “Aman ha!..” ile başlayıp siyasete, kamuoyu algısına yön çizmeye çalışan, yargıya alenen müdahale ederek post-modern darbeci koalisyonunun hesaba çekilmesini sadece üç beş darbe emeklisi ile sınırlandırarak sıyırmaya çalışanların tamamı, o günkü insanlığa karşı suç kapsamında hesaba çekilmeleri, başlayan yargı sürecinin olmazsa olmazı kabul edilmelidir.
Elbette darbe koalisyonunun tüm bileşenlerinden hesap sorulup hak ettikleri cezalara çarptırılsalar bile bu durum, sadece “Darbecilerle” hesaplaşma olacaktır. Kaldı ki darbenin kocaman bir enkaz olarak geride bıraktığı toplumsal tahribatın tamiri ve özellikle İslami kesimlerin darbe öncesi dinamizminin geri gelmesi, Küresel 28 Şubat`ın cari olduğu bölgemizde bu dönemde pek mümkün göründüğü söylenemez.
Bu, bir yönüyle sürecin etkileri; bir yönüyle de sürecin sonuçlarıyla artık problem yaşamadıklarını pratiklerinde ispatlamış görünen İslami kesimlerin içine düştüğü entegrasyonun sonucu olarak değerlendirilebilir.
Çekilen mağduriyetlerden dolayı darbecilere karşı haklı bir hassasiyet/kin hala mevcudiyetini korumakta ise de, darbecilerin hedeflediği Deİslamizasyona rıza gösterme durumu, süreci selametle atlatmanın önündeki en ciddi handikap olarak durmaktadır.
İslami kesimlerin, tamamı değil belki ama önemli bir kısmı, İslam`la yatıp İslam`la kalkmak yerine demokrasinin, liberalizm rüzgârının kuramlarıyla hayat felsefelerini tanımlamayı tercih edecek bir konuma gelmişlerse;
İslam`ın kardeşlik ve paylaşımcı ruhu yerine kapitalizmden ödünç alınan bencil ve ben merkezci ruh içselleştirilmiş ise;
Evrensel İslami bakış, milli motiflerle bezenmiş çeyrek İslamcılığa dönüşmüş ise;
Liberalist özgürlükçü bakış, İslami özgürlük anlayışının önüne geçmiş ise;
En ulvi hedef, İslami hayat yerine demokratik yaşam ideali olmuş ise;
“Müslüman kahramanlar”, “demokrasi mücahitlerine” dönüşmüş ise;
Çevik Bir idam edilse bile ne yazar!
Zaten Çevik Bir korosunun arzuladığı tablo da bu değil miydi? İslamileşen bir Türkiye yerine… Hakkı tavsiye edecek bir Türkiye yerine Laikliği tavsiye edecek bir Türkiye portresi Çevik Bir ekibinin belki de rüyası değil miydi?
Bir`inci Çevik Paşa döneminde “Radikallik, anti laiklik” parantezine dâhil olmamayı takla atma şartına bağlamak esas iken; takla yarışının en gözde meslek haline geldiği bir Türkiye portresi, darbeci iradenin asıl hedefi değil miydi?
Nasıl ki 12 Eylül darbesi sonucu Kenan Evren ahlakıyla ahlaklanan bir Sol portre oluşup sistemin koruyucu pervanesi haline geldiyse;
28 Şubat darbesi de sisteme alternatif iddiasındaki İslamcıları Çevik Bir ahlakıyla ahlaklandırarak “Yeni Türkiye”nin koruyucu pervanelerine dönüştürmüştür.
“Eski Türkiye” söylemine/olgusuna sahip çıkarak yapılan Evren ve 12 Eylül düşmanlığı “Ana gövde Sol” için ne kadar tutarsız ve ciddiyetsiz bir yaklaşım ise;
28 Şubat dizaynını içselleştirmiş İslamcılar için Çevik Bir ve 28 Şubat düşmanlığı da benzer şekilde komik kaçmaktadır.
Çevik Paşa dönemindeki siyonistçe uygulamalar kimi “Cemaatleri/tarikatları” teğet geçerken kimi cemaatlerin/tarikatların da adeta kökü kurutulmak istendi. Dindar insanlar en tabii haklarından mahrum bırakıldı, hukuksuzlukların her çeşidi denendi. Kanunların suç saymadığı uygulamalar “Yönetmeliklerle” suç kapsamına alındı.
Bugün… İnsanlar daha keskin şekilde “radikal – ılımlı” ayırımına tabi tutuluyorlarsa… Velev ki ilköğretimde bile olsa okuma hakları kanunlara rağmen yönetmeliklerle ellerinden alınıyorsa…
Kız çocuklarının babaları adli kontrolü müteakip hapis cezalarına çarptırılıyorsa; anneleri adliye koridorlarını aşındırmak zorunda kalıyorsa…
Çevik Bir medyasının özel çabalarıyla insanlar örgüt üyesi-yöneticisi diye ultra cezalara çarptırılıyorsa…
İslam dünyası üzerinde son sürat uygulanan Küresel 28 Şubat uygulamaları karşısında en gözde model ülke ünvanını “gururla” taşıma tablosu, Yöresel 28 Şubat mağdurlarının çoğundan alkış alabiliyorsa…
Sürecin galibini tayin etmek daha da kolaylaşacaktır.
Yıllardır Çevik Bir`lerin yargılanmasını bekledik… Başardık! Çevik Bir ise hayat sistemimize, İslami değer yargılarımıza balans ayarı yapma hayaliyle yola çıkmıştı. Gelinen noktada bizler mi başardık; Çevik Bir`ler mi?..