Cizreli kadın böyle ağıt yakıyordu. “Mala mın, mala mın” yani evim, evim diye. Gerçekten de evde eşya namına bir şey kalmamış. Duvarlar delinmiş, geçişler yapılmış. Sanki balyozlarla kırmışlar. Her nereden bakarsanız bakın berbat bir görüntü. Resme şöyle bir baktığınızda “Mala mın” diye ağıt yakması çok çok normal.

Biliyorsunuz, Kürtler bu ağıtları bir yakınları öldüğünde yakarlar. Ağıtları duyduğumda hemen ağlamaklı olurum. Ben internetten izledim. Kadın odalarını dolaşıyor, etrafa bakıyor, sonra ellerini böğrüne götürüp, “Mala mın” diye ağıt yakıyor. “Her şeyimiz vardı, şimdi ise hiçbir şeyimiz yok” diye yakarıyor. Yine ağlamaklı oluyorum.

Kürtlerin tarihsel mazlumiyeti, mahrumiyeti, mağduriyetinin hepsini düşünüyorum. Evet, net olarak söylüyorum ki bu halk mazlumdur. Hak etmediği hallere duçar edilmektedir. Üstelik bu mazlumiyet sadece bu güne has değildir. Ama bu günlerde daha da bir yoğunlaşmıştır.

“Ey iman edenler, kendiniz, anne-babanız ve yakınlarınız aleyhinde bile olsa, Allah için şahidler olarak adaleti ayakta tutun. (Onlar) ister zengin olsun, ister fakir olsun; çünkü Allah onlara daha yakındır. Öyleyse adaletten dönüp heva (tutkuları)nıza uymayın. Eğer dilinizi eğip büker (sözü geveler) ya da yüz çevirirseniz, şüphesiz Allah, yapmakta olduklarınızdan haberi olandır.” (Nisa-135)

“Mazlumun bedduâsını almaktan son derece sakının, çünkü onun bedduâsı ile Allah arasında bir perde yoktur.”(Buhârî, Müslim)

Bir de kıssadan hisse anlatalım. Selçuklu Sultanı Alaaddin Keykubad, Moğol saldırılarına karşı muhkem kaleler yapıyordu. Yaptığı kaleyi tamamladığında, Hazret-i Mevlânâ`nın babası Bahâeddin Veled`den teberrüken kaleyi görmesini ve kale hakkındaki fikrini beyân etmesini ricâ eder. Bahâeddin Veled Hazretleri, gidip yapılanları görür ve şöyle der: “Kaleniz, sel felâketlerini, düşman akınlarını önlemek için fevkalâde güzel ve kuvvetli görünüyor. Lâkin sen, idâren altındaki mazlumların, ezilen insanların bedduâ oklarına karşı hangi tedbiri aldın? Çünkü onların bedduâ okları, yalnız senin kalen gibi bir kaleyi değil, yüzbinlerce kale burcunu deler geçer ve dünyayı harâbeye çevirir. En iyisi sen, adalet ve iyilikten kale burçları yap ve sâlihlerden, hayırlı duâ askerleri teşkîl etmeye gayret et. Böylesi senin için surlardan daha emindir. Zira halkın ve dünyanın güven ve huzuru o duâ askerleriyle sağlanır.”

Bu günkü idareciler, özellikle de Cumhurbaşkanı Erdoğan ile Başbakan Davutoğlu yukarıda sıraladığım uyarıları çok iyi anlayabilecek bir kültür ile yetişmişlerdir. Onun için bu uyarıları yazma ihtiyacı hissettim. Yoksa iktidarda bu söylediklerimi anlayamayacak bir idare olsa, zaten yazma ihtiyacı hissetmezdim. Ama yazdıklarım bu günkü idarecilerin gönül dünyalarına hitap edecek türden uyarılardır.

Hatta daha da ileri gidip, şöyle de diyebilirim. Bırakın lütfen hiç kimse mağdur edilmiyor edebiyatını. Bal gibi de siviller mağdur ve mazlumdurlar. Evlerini kaybedenler, evlatlarını yitirenler, göç edip başka diyarlara yerleşmeye çalışanlar, bir ömür boyu biriktirdiklerini bir anda kaybedenler. Bunları yaşayanların Suriye halkından ne farkı kalır. Maalesef bunlar Cizre`de, İdil`de veya Sur`da yaşanıyor. 

Evet, bu tablonun hepsi sizin eseriniz değildir. PKK`nin son eylem tercihin de bu durumun ortaya çıkmasında etkisi vardır. Hemen hemen herkes bu gerçeği teslim etmektedir. Ama siz hükümetsiniz. Sizin mesuliyetiniz bir başkadır. Bu mesuliyetle ilgili olarak 20/05/2014 tarihinde o günün Başbakanı, bu günün ise Cumhurbaşkanı Erdoğan`ın, Ak Parti grup toplantısında yaptığı konuşmayı hatırlatmak istiyorum.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Hz. Ömer`e ait olan ‘Dicle`nin kenarında bir kurt bir kuzuyu kapsa bunun hesabı Ömer`den sorulur` sözüne gönderme yaparak, “Dicle`nin kenarında kurdun kaptığı bir koyun bile benim mesuliyetim altındadır.” dedi.  “Bu ülkenin bakanları ve milletvekilleri olarak aynı mesuliyet sizlerin de üzerindedir. 77 milyonun içerisinde nasıl ki sevinenlerin sevinci benim sevincimse üzülenlerin üzüntüsü de benim hüznümdür, üzüntümdür.” ifadelerini kullandı.