İslam dininin karşılaştığı en esaslı sorunlardan biri, tabilerinin kendi kültürleri ile İslam kültürü arasında kalmalarıdır. Arap olsun veya olmasın, Müslüman olan her milletin terk etmesi gereken kültür öğeleri olmuştur. Bu anlamda Türk kültürü içerisinde esaslı bir yer tutan “Kımız” adlı içkinin terk edilmesi örnek olarak verilebilir. Bu tür adet veya geleneklerin tamamen terk edilmesi pek de kolay olmamıştır. Nitekim hala “Kımız” içen Türklerin varlığı malumdur.

Ashabı kalın çizgilerle, biz haleflerinden ayıran en önemli özelliklerinden biri, Müslüman olduklarında eski cahili adetlerini ellerinin tersi ile maziye bırakmalarıdır. Yani Hz. Bilal Müslüman olunca, tamamen kendini formatlayıp, yeni bir Bilal oluvermişti. Anne babasına meydan okuyan, aşiretini karşısına alan veya atalarının dinini bir çırpıda hayatlarından silen Ashap, bu nedenle mümtaz bir yere sahiptir.

Beri tarafta sonradan Müslüman olan, hatta Mekke`nin fethinden sonra bile olsa, İslam`ı seçenlerin, bazı hususlarda bu kültür öğelerini terk etmedikleri görülmektedir. Mesela milli duyguların İslami hayata tekrar yansıtılmasında Emevilerin Arapçı rolü göz önündedir.

Belki esas anlatmak istediğim konunun sınırlarını zorluyorum ama şunu da belirtmek isterim. Bazen var olan gelenek ve göreneklerin İslamileştirilmesine gayret edilmiştir. Bu anlamda şu örneği vermek isterim. Daha çok Şafi olan Kürt halkının, yabancı bayanlara dokunmakla bozulan abdestlerini korumak için, yine kültürlerinin içinde buldukları yöntem ilgi çekicidir. Kürt kadınlarından sosyal aktiviteye sahip olanlarına “Degel” deniliyor. Degel olan Kürt kadını, sürekli erkeklerle muhatap olur. Bu arada el sıkışmamak veya günümüzde degellikte aşırı gidenler gibi yüz yüze öpüşmemek, yani İslami sınırları taşmamak için kadınlar, erkeklerin omuzlarından öperler. Böylece hem erkekle selamlaşmış olur hem de abdesti bozulmamış olur. Tabi bu sadece abdestin bozulması veya bozulmaması nedeniyle değil, var olan kültürün İslami bir yorumlanış şekli olarak tezahür etmektedir.

Şimdi hep birlikte Resulullah (Sav)`ın kızı Hz. Zeyneb (ra)`ın İslam adına terk ettiği şeye bakalım. Bilindiği üzere Hz. Zeyneb, teyzesi Hale`nin oğlu Ebu`l-As b. Rebi ile evliydi. Kocası onu, o da kocasını çok seviyordu. İslam teşrii yavaş yavaş indiğinden son şeklini daha almamıştı. Bu nedenle Hz. Zeynep Müslüman, Ebu`l-As ise müşrik olarak bir ailede yaşabiliyorlardı.

Ebu`l-As, müşrik olmasına müşrikti ama İslam`a düşmanlık yapmıyordu. Toplum içerisinde, belki de Hz. Peygamber`den sonra “Emin” olarak bilinen ikinci kişiydi. Yapısı sağlam, geleneklerine bağlıydı. Bağlı olduğu bu gelenekleri terk etmek istemiyordu. Hem Peygamberin kızının kocası, hem şerefli ve dürüst hem de kendisine “Kayınbabasının zorlaması ile Müslüman oldu” dedirtmemek için, İslam saflarına katılmayacak kadar şahsiyetine düşkündü.

Gün geldi, Bedir Savaşına katıldı ve Müslümanlara esir düştü. Kurtulmalık akçesi olarak, Hz. Zeyneb`in gönderdiği gerdanlık, Hz. Hatice`nin düğün gecesi kızına taktığı takıydı. Gerdanlığı gören Hz. Peygamber`in gönlü daralmış, gözleri nemlenmişti. Ama damadının İslam`ı kabul etmeye niyeti yoktu.

Lakin ortada kocaman bir sorun vardı. Allah`ın Mümtehine 10. ayetindeki; “O kadınlar, onlara helal değildir, onlar da o kadınlara helal değildir. Onlara, kadınlar için harcadıklarını verin.” fermanından sonra Hz. Zeyneb`in Medine`ye gönderilmesi gerekiyordu. Çünkü Müslümanların müşriklerle evlilikleri yasaklanmıştı. Bu ayeti uygulamak en çok Hz. Zeyneb`e yakışırdı. Nitekim Hz. Peygamber, Bedir`de esir düşen Ebu`l-As`a; “Zeyneb`i Medine`ye gönder” diye şart koşması ayetin pratize edilmesiydi. Yoksa teyze çocukları birbirlerini çok seviyorlardı.

Nitekim bir süre sonra Hz. Zeyd, Peygember kızını Medine`ye getirmek için Mekke`ye doğru yola çıktı. Kaderde hem hicret hem de sevdiği kocasını terk etmek vardı. Zeynep, vefat eden annesinin yerine ikinci annelik yapan, evin büyük kızıydı. Babası Mekke`de kurulan panayırlarda, Allah`ın vahyini tebliğe çalışırken, yediği dayaklardan, yapılan hakaretlerden, kan revan içerisinde kalırdı. Böylesine zor anlarında hemen yanı başında bir kız belirirdi, elinde getirdiği bir su kırbası ile. Babasının eline su döker, biraz nefes almasını sağlardı.

Vahiyle muhatap olduğunda, Hz. Ali ile birlikte Müslüman olmuş bu abidevi şahsiyet, Allah`ın “Kocalarınızı bırakın” vahyini de şeksiz, şüphesiz hemen yerine getirecekti. Fakat teyzesi oğlu olan eşi Ebu`l-As`ı sevmekteydi. Kalbinin derinliklerinde bulunan duygular ile Allah`ın hükmü arasında bir tercih yapacaktı. Elbette ki tüm sevilenler bir yana, Allah`ın hükmü bir yanaydı. Velev ki sonu şehadet olsun. Çünkü devesinin terkisinde iken, hicretini duyan Hebbar b. Esved adlı bir müşrik (Mekke`nin fethinden sonra Müslüman oldu), deveyi korkutmuş, Hz. Zeynep yere düşmüş ve doğmaya az bir süre kalan çocuğunu düşürmesine neden olmuştu.

Sonradan Ebu`l-As Müslüman oldu ve Medine`de tekrar eşiyle bir araya geldi. Ama Hz. Zeynep, hicret esnasında aldığı yaradan dolayı oluşan hastalığından, bir türlü kurtulamamış ve 30 yaşında iken vefat etmişti. Bu yaradan dolayı olan vefatı, O`nu şehitler kervanına kattı.

Allah`ın davası uğuruna terk edilen kalplerdeki azizlere karşılık, bizim kültürümüz diye sarıldığımız gayri İslami geleneklerimize galebe çalmadığı sürece, hayat bizleri Allah`ın sınırlarını zorlamaya götürecektir.
Haberiniz olsun ki,