Türk siyasetçileri heyet halinde İsviçre`ye gitmişler. Resmi görüşmede karşı heyetin içerisinde Denizcilik bakanı varmış. Türk siyasetçilerden biri dayanamayıp sormuş: “Ekselans, İsviçre`de deniz var mı?” İsviçre heyet başkanı bozulmuş ve şu yanıtı vermiş: “Sizde de adalet yok ama Adalet Bakanlığı var” demiş.

Bu hikâyenin gerçek olmadığını söyleyenler olsa da gerçekleri yansıttığı kesindir. Adaleti sağlaması için kurulmuş olan bir kurum ne yazık ki ülkemizde adaletin A`sını bile uygulayamıyor. Necmettin Erbakan üniversitede okurken alt sınıf öğrencileri tarafından çivi hakkında bilgi istenmiş. Necmettin Erbakan`da yazmaya başlamış… Bir sayfa, beş sayfa derken ellinci sayfaya gelmiş. Öğrenciler elindeki kâğıtları almasalarmış bir çivi hakkında risale yazacakmış. Ben de Türkiye`de sadece Müslümanlara yapılan hukuksuzlukları yazsam her halde külliyat olur. Bundan dolayı buraya tek tek hukuksuzlukları yazmayacağız. Sadece şu ‘sevk` adı altında yapılan zulümlerden yani sürgünlerden bahsedeceğiz.

Doksanlı yıllarda camide çocuklara Kur`an`ı Kerim dersi verdikleri için ceza (!) evlerine atılan yüzlerce insan var. Bunların tamamına yakını belli periyotlarla kendi memleketlerine uzak yerlere sürgün edildi. Kiminin ki hemen bayramdan önce gerçekleşti. Adeta ailesi bayram etmesin dercesine bunu gerçekleştirdiler.

Memleketlerinden uzak yerlere gönderilmesinin gerekçesi ise cezaevlerinde yer sıkıntısının olmasıymış. Tabi bizim adalet bakanlığı modern (!) cezaevleri yapmaktan fırsat bulamıyor. Çünkü bu ülkede herkes potansiyel suçlu… Üzerine bir de cezaevleri modernleşince herkes girmek için can çekişiyor (!)… Adalet Bakanlığı ne yapsın ki?...

Her zaman Hz. Ömer ‘in adaletinden dem vuranlar bu hukuksuzluğu kendileri yapınca Hz. Ömer (r.a), akıllarına gelmiyor. Yaşı yetmişin üzerinde olan ve kilometrelerce yolu kat edip kırk dakikalık bir görüşmeye giden mazlum annelerin mahşerde iki yakalarına yapışması belki akıllarına getirir. Ama o zaman biraz geç kalınmış olunacak ne yazık ki…

Hayatında Karadeniz`i görmemiş, uzak diyarlara seyahat etmemiş o mazlum anneler, yolda beddua etmekten dua etmeye fırsat bulamazlar herhalde. Birde bu yolu kat edecek gücü olmayan anne ve babaların o gözyaşları ve feryatları bu sürgünden sorumlu olan herkese ateş olarak yetecektir elbet…

Dünyada eşi benzeri olmayan bu katmerli zulüm elbet bir gün bitecek. Herkesin musalla taşına uzatılıp helallik istendiği gibi bir gün onlarda musalla taşına uzatılacaklar. İmam efendi hakkınızı helal ediyor musunuz? Diye sorduğunda ta Güneydoğudan ‘helal etmiyoruz` sesleri kulaklarını çınlatacaktır elbet…

Ve Mahşer günü Allah`ın huzuruna çıkıp hesap verileceği zaman gelecek. Onların o zalimane adaletine bir cevap olarak o mahşer yeri yetecektir. Koçsuz koyunun koçludan hakkını soracağı o gün, mazlum Kürt anneleri de kendilerine yapılan o zulmün hesabını soracaktır. Hesap görenlerin en hayırlısı Allah`tır.

Bütün bu söylenenleri birilerine duygu sömürüsü olsun diye yazmıyoruz. Onlardan bir yardım da beklemiyoruz. Her şeyi bilen ve gören Allah (cc), kendi rızası için çekilen bu çilelere bir gün son verecektir. Onlara zulmedenlerden de bir gün hesabını soracaktır…

Nasıl ki Hz. Yusuf (as), zindanda sabredip Allah (cc)`a dua etti. Allah ‘ta O`nu Mısır`ın Aziz`i yaptı. Bizim Yusuf`lar da sabrediyor ve bu ülkenin Azizleri olma yolunda ilerliyorlar. Hz. Yakup (as), evlat hasretinden yanıp tutuştu. Ve sabredince de O`na, Azizine kavuştu. Bizim bağrı yanık Kürt anneleri ve babaları da Azizlerine kavuşacak günü bekliyorlar.

Ağaca dayanma çürür. İnsana dayanma ölür. Allah`a dayan! Zira O, ne çürür ne de ölür. Bizler Allah`ın adaletine güvenip bel bağlamışız. Gerisi hep boş… Ondan ne gelirse gelsin hepsi hoş…

Allah`a emanet olun…