Henüz küçücük yavrulardı onlar. Bomba, top ve tüfek seslerinden yükselen korku ve panikle tatlı uykularından fırlayıp yatağın diğer bir kenarına sıçrarlardı her gece. Sokakta kör bir kurşuna hedef olmamak için bazen günlerce, bazen de aylarca dışarı çıkmalarına izin verilmezdi anneleri tarafından. Güneşe hasret geçirdiler günlerini. Yağmurları, karı ve dolunayı görmediler uzunca zaman.
Günlerini hep nemli dehlizlerin bir köşesinde karanlıkların içinde geçirdiler. Sobasız ve yakıtsız evlerde iliklerine kadar üşüdüler kışın buz kesen soğuğunda. Yazları kızgın güneşin yaktığı betonlarla fırına dönen dehlizlerde kızardı bedenleri. Günlerce elektriklerin kesik olduğu karanlık odalarda sabahladılar. Kimi zaman çeşmeleri günlerce suya hasret kaldı. Zor ve sıkıntılı bir hayatla iç içe nefes alıp vermek zorunda kaldılar.
Günlerce kuru ekmekten başka bir şey geçmedi boğazlarından. Taş gibi sert bir parça ekmeği çocuklarının ellerine tutuştururken yanında başka bir şey yedirememenin sıkıntısıyla gözleri hep yaşlı kaldı annelerin.
Gece yarılarında ortalığı cehenneme çeviren silah sesleri var ya, saatlerce uyumalarına izin vermiyordu. Korkuyla sıçrayarak ve annelerine sarılarak sıkıntılı saatlerin bitmesini bekliyorlardı. Silah seslerinin kıyamet sahnesini andırdığı anlarda parmaklarıyla kulaklarını sıkıca kapatarak küçücük yüreklerini hoplatan seslerin son bulmasını bekliyorlardı. Sesler uzun süre devam edince “Korkuyorum anne! Sarıl bana!” diyor, daha fazla sarılıyorlardı annelerine.
Silah seslerinin duyulmadığı gecelerin sayısı çok azdı. Ancak bu gecelerde korkusuzca uyuyabiliyorlardı. Onlar ne Siyonist, ne Hıristiyan, ne de Nusayri idiler. Bunların hiçbirinden haberleri yoktu. Masum, pak ve temiz fıtratlı, melek gibi çocuklardı. Ekmek gibi saf, su gibi berraktılar. Günahla tanışmamışlardı. Amel defterleri kar gibi beyazdı. Hiçbirinin düşmanı yoktu. Birbirlerine karşı kin ve nefretle dolu, insanların kanını akıtan, ekini ve nesli yok eden büyüklerin karanlık işleriyle hiçbir ilişkileri yoktu.
Kimseden bir şey istedikleri de yoktu. Sadece dünyalarının kirlenmemesini, bozulmamasını ve karanlığa gömülmemesini istiyorlardı. Sularının ve elektriklerinin kesilmemesini, güneşlerinin, aylarının, kar ve yağmurlarının engellenmemesini ve havalarının kirletilmemesini istiyorlardı.
Hırsın, sömürünün, zulmün ve zorbalığın kol gezdiği dünyada masum çocukların hiçbir karşılığı yoktu. Hiç kimse onların hesabını bile yapmıyordu. İnsanlar birbirlerinin kanını oluk oluk akıtırken onların küçük yüreklerinin sesini duyan kulaklardan da haber yoktu. Ağlama sesleri ve çığlıkları annelerinin dışında kimselerin kulağına ulaşmıyordu.
Silah, bomba, roket ve füze seslerinin ortalığı cehenneme çevirdiği, gökten ateşin yağdığı, büyüklerin yüreklerinin bile ağızlarına geldiği korkunç bir geceydi. Bodrumlarda ya da karanlık dehlizlerde annelerine sarılan küçücük çocuklar, parmaklarıyla kulaklarını sıkıca kapamış küçücük kalplerini yerinden oynatan seslerin kesilmesini bekliyorlardı. Kimi zaman çok yakınlardan duyulan sesler büyük bir deprem gibi bütün mahalleyi sarsıyordu.
Bitme tükenme bilmeyen bir geceydi. Bir türlü sona ermiyordu patlama sesleri. Acımasız ve zalim parmakların tetiği çekmesiyle ateşlenen füzeler koca mahalleyi harabeye çeviriyordu.
Gidecek yerleri olmağı için çaresizlikle boğuşan ve evlerini terk etmeyen mahalle sakinlerinin ölümle yaşam arasındaki çizgide hayat mücadelesi verdiği zor bir sürece girilmişti. Savaşın kurbanları hiç kimseyle sorunları olmayan, ancak zorla savaşın bir parçası haline getirilmeye çalışılan kadın ve çocuklardı. Füzelere, bombalara ve keskin nişancıların hedefine takılmayanlar kimi zaman çöken evlerinin altında kalarak can veriyorlardı.
Ama bu gece başkaydı. Ölüm kokusu geliyordu gecenin derinliklerinden. Diğer gecelerden daha mahzundu bu gece. Ay mahzundu, yıldızlar mahzundu, Şam`ın yüksek tepelerinden esen barut kokulu rüzgâr mahzundu. Akşam saatlerinde uçuşan kuşlar meydana gelecek korkunç olayın kokusunu almışçasına üzgündüler. Bir şey yapamamanın hüznüyle tutuşuyorlardı.
Bu akşam silah sesleri çok erkenden başlamıştı. Anneleriyle bodrumların en tenha yerlerine sığınan çocuklar korkudan açlığı bile hissetmemişlerdi. Ardı arkası kesilmeyen korkunç patlamalar bitse rahat bir nefes alacaklardı. Bomba ve füzelerin düşmesinden dolayı yürekleri ağzına gelen çocuklar, patlama sesleri duyuldukça annelerine biraz daha sarılıyorlardı. Ardı ardına yeni patlamalar duyuldu. Çok geçmeden barut kokusuyla karışık yakıcı bir koku yayılmaya başladı. Koku dalgalarının ulaştığı yerlerdeki çocuklar, anneler ve babalar, bir iki nefes çektikten sonra teneffüs etmede zorlanmaya başladılar. Nefes almak için ağızlarını daha fazla açtı çocuklar. Ancak bütün çabalara rağmen bir türlü başaramadılar. Bir iki dakika içinde anne ve babalarıyla birlikte çırpına çırpına can verdiler.
Melekler gibi günahsız bu masum yavrular zalimlerin güç savaşlarının kurbanı olarak dünyadan hiçbir şey anlamadan yumdular hayata gözlerini. Korkunç patlamaların yaşandığı gecenin sonunda yeryüzünde bir daha uyanamayacakları derin bir uykuya daldılar.