Kur`an-ı Kerim Müslümanları tek bir ümmet olarak nitelendirir. Müslümanların her zaman ve şartlarda tek ümmet şeklinde yaşamaları istenir. Burada bahsi geçen ümmet kavramı kuru bir birliktelikten öte siyasi, ekonomik ve askeri alanları kapsayan geniş anlama sahip bir bütünlük oluşturmaktadır.
Bugün Müslümanların merkezi bir güce ihtiyaçları var. Diğer milletlerle ilişkilerinde veya sorunlarla karşılaştıklarında başvuracakları yer bu merkezi güç olmalıdır. Müslüman halkların yoksulluktan kurtulmaları, aralarındaki servetin ve kaynakların adilce dağılımı için söz konusu bu güç uygun ekonomik programlara sahip olmalı. Bunun bir de askeri ayağı ikame edilince vahyin çizgisinde şekillenen ümmete doğru adım atılmış olur.
Ne yazık ki, dünyada yaşayan bir milyar altı yüz milyon Müslüman yukarıdaki ölçülerle örtüşen ümmeti oluşturamadı. Oysa bu, Müslümanların en fazla özlem duydukları bir hakikattir. Zihinlerinde yer alan ümmet mefhumunun harici bir varlık oluşturmasını arzuluyorlar. Ancak dünyadaki faal güçler ve gerçekler göz önüne alındığında, bugün için ümmet kavramının içinin doldurulamadığını görüyoruz. Ümmete karşılık farklı kültürler, milletler, devletler ve kendilerini İslami tanıtan kimi dini yapılanmalar varlığını sürdürmektedir. Siyasi, ekonomik ya da askeri dayanakları olan ümmetin anlamına karşılık gelecek bir hakikat bulamıyoruz. Dolayısıyla bugün için İslam ümmeti, dış gerçekliği bulunmayan soyut bir mefhumu aşamamaktadır.
Vahdet kavramı da bizi her zamandan fazla ilgilendirmektedir. Birlik halinde olma ve bütünleşmeyi anladığımız vahdete Müslümanlar ekmek su gibi ihtiyaç duyarken, bunun kimi çevrelerce hafife alındığı görülmektedir. Söz konusu vahdet siyasi, ekonomik ve askeri altyapıya dayanmalıdır. Farklı millet, kavim ve toplumlardan, değişik meşrep ve mezheplere mensup Müslümanların kardeşçe yaşadığı bir kültür halini almalıdır.
İslami kaygısı olanlar, dünya Müslümanlarının zor ve sıkıntılı şartlarını yakından derk ederler. Güç sahipleri ileri teknolojiye bağlı ekonomileri ve nükleere dayanan askeri güçleriyle başta Müslüman milletler olmak üzere yeryüzü halklarına büyük acılar çektiriyorlar. Bunlardan kimini Avrupa Birliği gibi kendi birliklerine girmeye teşvikle oyalarken, kimilerini de askeri organizasyonlarına yönlendirmeye çalışıyorlar. Kimi ülkelerin orduları emperyalist güçlerin elleriyle donatılmakta, toprakları askeri karargâhlar için kullanılmakta ve silah pazarlarının bir numaralı müşterileri haline getirilmektedir.
Bugün Müslümanların en büyük düşmanı emperyalizm ve siyonizmdir. Emperyalizm ve siyonizm nüfusu iki milyara merdiven dayayan İslam dünyasının ekonomik, siyasi ve askeri açıdan toparlanmaması için yoğun çaba harcamaktadır. Kendilerine ait medyanın yoğun propagandası ve kimi Arap yöneticilerinin de katkılarıyla emperyalistlerin ve siyonistlerin İslam`a olan düşmanlıklarından dolayı siyonistlerin Gazze`ye yönelik yoğun saldırısında Batı dünyası kör ve sağırları oynadı.
Müslümanların atacakları ilk sağlıklı adım, düşüncelerini ortak düşman üzerine yoğunlaştırmalarıdır. Bu yoğunlaşma, Gazze saldırısıyla dikkatlerin siyonist düşman üzerine kilitlenmesi gibi olmalıdır. Zaten bu, Gazze halkının doğrudan Siyonistlerin kurbanı olmasından kaynaklanmıştı. Ancak bu çerçevenin daha da genişletilmesi, Müslümanlarının siyonizmi ve emperyalizmi asıl düşmanları olarak görüp hesaplarını buna göre yapmaları gerekir.
Siyonistler, uluslararası büyük bir sistemin arkasında gizlenerek Müslümanlara yönelik hedeflerini gerçekleştirmeye çalışıyorlar. En büyük amaçları Müslümanları parçalayıp birbirlerine düşürmektir. Emperyalistler de siyonistlerin yardımcılığını yapıyorlar. Zaten emperyalizm ve siyonizm ayrı bedenlere aynı ruha sahip tek bir bütündür.
İnsanlık, İslami hayatın hakim olduğu günlere ihtiyaç duyarken, korkuya kapılan düşmanlar bunu ertelemek için kanlı savaşları dayatmakta, Müslümanları asılsız ithamlarla, tarihi, coğrafi, kavmi ya da fıkhi farklılıklarla birbirlerine kırdırmaya çalışmaktadır.
Emperyalistler ve siyonistler, başka milletlerin vatandaşı olan ya da Batı ülkelerine göç etmiş Müslümanları yoğun bir baskı altında tutuyorlar. Kimi ülkelerde Müslümanları ikinci ya da üçüncü sınıf vatandaş görüp hak ve hukuklarını çiğniyorlar.
İslam ümmetinin bir daha kendine gelmemesi için çalışılırken, Müslümanlar oynanan oyunların bilincinde olup düşmanlarını tanımalıdırlar. Düşmana karşı gerekli adımlar bilerek, tanıyarak ve keşfederek atabilirler.
Topraklarımız emperyalist ve siyonist düşmanlar tarafından işgal edilmektedir. Ülkelerimize saldırıyor, servetimizi çarçur ediyor ve topraklarımızda askeri üsler kuruyorlar. Halkı bilinçlendirmeli, düşmanı deşifre edip halkın bilgisine sunmalı ve tepkileri arttırmalıyız. Gelişmelerden rahatsız olup emperyalist ve siyonist sultadan kurtulmak ve İslam topraklarını özgürleştirmek için çabalayan gayretli Müslümanlar er ya da geç insiyatifi alacaktır.
Müslümanları kısa sürede tek bir çatı altında toplamak zordur. Ancak yeryüzünün farklı yerlerinde bulunan Müslümanların hak ve hukukuna sahip çıkacak uluslararası İslami müesseseler kurulmalıdır. Bugün isimlerinden başka bir özellikleri bulunmayan İslam Konferansı Teşkilatı ve Arap Birliği gibi kurumlar düşmana hizmet eden zararlı unsur haline gelmiştir. Dünyanın farklı yerlerindeki İslami grup ve hareketlerden müteşekkil uluslararası güçlü bir İslami hareketin kurulması zaruri hale gelmiştir. Bu hareket, ilk hedefine Kudüs`ü işgalden kurtarmayı yerleştirmelidir. Her milletten Müslümanların bağlı bulunduğu böylesi bir İslami hareket ümmet temelinde yükselmeye önayak olacağı gibi İslam dünyasının işgallerden kurtulmasına da öncülük edecektir.
Meryem BAŞAK