Amed`de, Nevroz Alanında icra edilen Kutlu Doğum programı, bence mekânsal olarak üç bölümden müteşekkildi.
· Platform
· Protokol
· Meydan
Platform, sunucuların edebi bir şekilde programı idare ettikleri, şiir dinletilerinin icra edildiği, ilahilerin seslendirildiği, yüksek sesle salavatların okunduğu, günün anlam ve önemi ile ilgili konuşmaların yapıldığı, biraz resmi, kaide ve kurallı olan bir yerdir. Buranın en önemli özelliği meydanı yüksekten izleyebilmektir. Alandaki kalabalığın heybetinden uzaktan uzağa etkilenirler. Getirilen tekbirlerin haşyetini duyumsamaya çalışırlar.
Protokol, belki de Mısır, Suriye, Irak gibi İslam beldelerinden delen misafirleri ağırlamak için mecburiyetten kurulan bir mekândır. Kutlu Doğum programının en şanssızlarının bulundukları yerdir aynı zamanda platform. Çünkü getirilen tekbirlere gönüllerince eşlik edememektedirler. Sadece olan bitenleri uzaktan seyretmekle yetinirler. Çevrede oturan misafirlere duyulan saygıdan, şöyle gönüllerince bağırıp, bir salavat bile getiremezsin. Alandaki sıcaklık, içtenlik, tekbirler, salavatlar, çoktandır birbirlerini görmeyenlerin sarmaş dolaş halleri, dalgalanan tevhidi bayraklar, gençlerin birbirlerinin omuzlarına basarak oluşturdukları ve bayrakları en yüksekten dalgalandırmaya yarayan kuleler, birbirlerini tanımadıkları halde yandaki kardeşi ile birlikte atılan aynı sloganlar, evet bütün bunların hepsi yoktur protokol denilen yarı resmi yerde.
Meydan ise bu programın hemen hepsidir. Hani Mehmet Göktaş Hocamız; “Konuş Sevgili Diyarbakır!” demişti ya. Kanaatimce bundan kastı, bu mahşeri meydandı. Aslında konuşan Molla Beşir Şimşek veya Muhammed Emin Yıldırım Hoca değildi. Konuşan bizatihi meydanın kendisiydi. Onlar sadece meydanın sözcüleriydiler. Yoksa “Hak ve Adaleti” dile getiren bizzat alandakilerdi.
Ya da Peygamber Sevdalıları Dönem Sözcüsü Yahya Oğraş Hoca`nın okuduğu bildiri, bir grubun veya kişinin kendince koyduğu kriterler değildi. Meydanın, ümmetin vahdeti için sıraladıkları ve ilgililerine ilan ettikleri şartlardı. Gerçekten de öyle değil miydi? Kur`an ve Sünnetin hâkim ve hakemliğini sağlamak, vahdeti başarmak, küfür ve tuğyanın temsilcilerine umut bağlamak yerine Allah`ın ipine topyekûn sarılmak, katliam ve yıkımların enkazından, sulha sığınmak, yalan, iftira ve çarpıtmaların şerrinden sıyrılıp, adil şahitliğin ikamesine koşmak, İslam kardeşliğine sarılmak, ahde vefanın ve doğruluğun güvenli limanına ulaşmak, dayanışma ve yardımlaşma ruhunu canlandırmak, ilim ve hikmetin aydınlığına varmak ve Allah`a hakkıyla kul olmak, bütün bunlar bir grup veya birkaç kişinin kriterleri olabilir mi? Bunlar ancak ve ancak bu meydanın tevhidin hâkimiyeti, hak ve adaletin temini için ortaya attığı kurallar silsilesiydi.
Siz bakmayın öyle ilahi sanatçılarının seslendirdikleri parçalara. Asıl bestekârlar alanda bulunan kalabalıktı. Onlardı esas söz yazarları. Coşturan, aşka getiren, bu şekilde sanatçıları dile getiren yine o muhteşem meydandı.
Gençken arkadaşlarımıza; “Camia şunları, bunları tavsiye ediyor” dediğimizde bazılarından şu sözleri duyuyorduk. “Şu Camia dediğiniz şey tam olarak nedir? Kırmızı, mavi veya sarı mıdır? Ne renktir?”
Bu soruyu soran kardeşime, bu meydanı gösterip; “İşte Camia dediğimiz şey tam da budur” demek gerekiyormuş.
Kısacası programda, ne platform ne de protokoldekilerin yerinde olmak isterdim. Hele hele protokole acıdığım anlar oldu. Bunca duyguların yaşandığı o muhteşem kalabalığı sadece izlemekle yetinmek çok zor olsa gerek.
Denizde bir damla olmak gerek. Neticede muhteşem okyanusları oluşturan o damlacıklardır. Mola Cezerî ne güzel söylemiş:
Yeke derya tu bizan qenci çi mewc u çı hêbab
(Şunu iyice bil ki dalga su kabarcıkları ile derya birdir)
Di esil da ku hemi av e çi av û çi cemed
(Aslında hepsi sudur hem su hem buz)