Daha 1925`lerde başlamıştı bizim talihsizliğimiz. Şeyhimiz 46 arkadaşı ile birlikte Dağkapı Meydanı`nda, Allahü Ekber nidaları eşliğinde idam edilmişti o yıl.

Daha sonra bir temizlik harekâtı başlatıldı. Kaç kişinin idam edildiği, kaç kişinin sürgüne gönderildiği veyahut işkencelerden geçirildiğinin kayıtları bile tam tutulmadı.

Annelerimiz anlatırdı. “Rumi” dedikleri askerler gelince, genç kızlar namus endişesi ile kendilerini uçurumlardan aşağı atarlarmış.

Cumhuriyet neslinin işlediği cürümlerle devam etti talihsizliğimiz. Kamusal alan dedikleri mukaddes(!) mekânda, “Türkçe`den başka bir dil ile konuşulması yasaklandı.” Okulda, teneffüslerde arkadaşlarımıza; “Seat çende/Saat kaç” şeklindeki masumca bir soru yüzünden, öğretmenlerimizce dövüldüğümüzü hatırlıyorum.

Ah halkım ah. Mazlumiyetin bir iken 1984`te ikiye çıktı. PKK diye bir örgüt seni kurtaracağım diye başına musallat oldu. Başlangıçta, okul koridorlarında, Kürtçe konuştu diye dayak yiyen gençler için bir umut oldular. Bu 12 Eylül`cü öğretmenler yüzünden birçok gencin dağa gidip, PKK saflarına katıldıklarını biliriz.

Netice itibariyle güzel halkım, “Denize düşen yılana sarılır” misali sarıldın PKK`ye. Ama nereden bilecektin zulmün katmerleneceğini. Kızıl bir zulüm ile vardılar Kürdün tepesine.

Gelen gideni aratırdı ya… Bunlar geldi ama gidecek olması gereken de gitmedi. Bir bunlar vurdu, bir onlar. Her biri ayrı vuruyordu milletimin tepesine. Asker, eski Rumi`leri andırırcasına, köy baskınlarında, meydanlarda topladığı erkekleri kadınlara bindirir, yanlarında götürdüklerinin bazılarını ise helikopterlerden aşağı atarlardı. Hatta Cizre`nin Yeşilyurt Köyünün Muhtarına bir Binbaşı tarafından dışkı bile yedirilmişti.

Ey dindar halkım. Sanki gizli bir el dinsizleştirmek amacıyla, seni bu örgüte teslim etmek için, bunca işkenceyi yapıyordu. Alın bizim laikleştiremediklerimizi siz laikleştirin şeklinde bir devir teslim yaşanıyordu.

Öldürenler, kadın, çocuk, yaşlı diye bir ayırım yapmıyordu. PKK gelip evinin içinden karşı tarafa ateş ediyordu, sen ellerin bağlı bir şey yapamıyordun. Devlet zırhlı araçlarıyla ateş edilen yere karşılık veriyordu. Sen yine bir şey yapamıyordun. Sonra küçük bebelerin dâhil bütün ev halkın kanlar içinde kalıyordu. Sen cenazelerini dahi kaldıramıyordun.

Yıkıldı Cizre, tarumar edildi Nusaybin ve perişan edildi Sur.

Ey halkım. Anladınız değil mi bu kızılların kurtarıcı olmadığını. İkincilerin, birinciler gibi zalim olduğunu ve aralarında hiçbir fark bulunmadığını. Artık zılgıt çekip, peşlerinden gitmeyecektin.

Derken Sur`da bir gedik açıldı. Kürt kadınının üstünü arama sahneleri servis edildi medyaya. Görüntülere göre, polis uzaktan kadınlara karnını, sırtını aç diyor ve o şekilde Sur`dan içeri alıyor. Aman Allah`ım ne dehşet görüntüler. Bunu hiçbir Kürde anlatamazsınız, yok patlayıcı taşıyor, yok canlı bomba olabilirlermiş diye.  

Hayır, efendim hayır. Teknoloji bu kadar ilerlemişken, Kürd kadınını bu şekilde arayıp, üstelik basına servis etmek, gidin PKK`ye katılın demekten başka bir şey değildir.

Zaten PKK bu tür durumları kullanmasını çok iyi biliyor. Gördünüz mü kadınlarınızı, kızlarınızı ne hale getiriyorlar diye büyük propagandalardan sonra, ortaya bir kurtarıcı rolü ile çıkıp, yapacakları eylemlere meşru zemin hazırlayacaklardır.

Halk da buna tekrar kanar. Birkaç gün evvel kendisine bilerek servis edilen görüntülerde, kadın ve kızlarının karınları, sırtları açılmaktadır. Öfkeden ne yapacağını bilemez. Tam da bu noktada PKK`nin yapacağı eylemlere meşru gözüyle bakar. Böylece PKK`nin kucağına düşer.

Ah halkım ah…