İslami hareketlerin en büyük handikaplarından birisi, tebliğin kültürel bir iş olduğu düşüncesine kapılmalarıdır. İslami sohbetler tertip etmek, seminerler, konferanslar, paneller, sempozyumlar. İşte hepsi bu kadar.

 

            Gerçekten bu mudur? Allah’ın dinini yeryüzüne hâkim etmek ve gerçek adaleti sağlamak bu kadarcık faaliyetle sağlanabilir mi? Aziz peygamberler sadece kültürel faaliyetler mi icra ettiler?

 

            Ya da ashabın yaptığı icraat buncacık bir şey miydi? Ashab birkaç sohbetle mi iktifa etmişti? Daru’l-Erkam’a gelip sadece yeni gelen ayetleri mi ezberledirler? Bir sonraki hafta görüşmek üzere hasbihal edip dağıldılar mı?

 

            Çuvaldızı kendime batırmak babından söyleyeyim ki ben dahil çoğumuzun yaptığı budur. Sohbet, muhabbet, sosyal aktiviteler, çay-pasta ikramları eşliğinde ayet veya hadis çalışması.

 

            Bütün bu saydıklarım Resulullah (sav) ve ashabının (Allah hepsinden razı olsun) Daru’l-Erkam aşamasıdır. Peki onlar sadece orada mı kaldılar? Mutat zamanlarda bir araya gelip bir iki aktivite yapmak onlara yetti mi?

 

            Biliyoruz ki Erkam’ın evi nebevî hareket metodunda sadece bir aşamadır. Sonraki aşama bu evden çıkıştır. Ashap Kâbe’de namaz kıldığı zaman gerginlikler oluyordu. Özellikle müşrikler secde ile çok dalga geçiyorlardı. Bu adamlar tanrılarına ibadet etmek için kaba etlerini havaya kaldırıyorlar şeklinde hakaretler ediyorlardı.

 

            İlk Müslümanların Kâbe’nin önünde namaz kılmaları kavgalar ile neticelenince, Peygamberimiz ashabına Mekke’nin dışındaki vadilerde ibadet etmeyi tavsiye etti. Fakat müşrikler oralarda da iman edenleri rahat bırakmadı. Müşriklerin sataşmaları Sa’d bin Ebû Vakkâs’ın sabrını taşırdı ve onlardan birisinin başına bir kemik parçası ile vurdu.

 

            Artık kapalı bir mekân lazımdı. Orada Müslümanlar namaz kılacak ve gelen ayetleri öğreneceklerdi. Böylece Erkam’ın evi devreye girdi ve bir eğitim yuvası açılmış oldu. Peygamber ashabı ile burada buluşuyor, Ebu Bekir gibi davetçileri buradan sağa sola gönderip tebliğ işini idare ediyordu.

 

            Şundan emin olunuz ki; Peygamber ve ashabı sürekli olarak burada kalmayı tercih etselerdi Medine İslam Devleti kurulmaz, Mekke fethedilmezdi. Fakat Hz. Ömer’in iman etmesi bir milat oldu ve Müslümanlar Erkam’ın evinden dışarı çıktılar. Kâbe merkezi bir vazife görüyordu. İşte o merkeze gelip Allah’ın dinine davet ettiler.

 

            Oysa günümüz Müslümanları Erkam’ın evinden çıkmak istemiyorlar. Sohbetler, kültürel etkinlikler, nutuklar, hitaplar, ezberler, ikramlar vb. İşte Erkam’ın evi ile yetinmek bu kadarcık iş ile sınırlıdır.

 

            Peygamberimizin sadece bir sünnetine sarılmak maalesef yeterli olmuyor. Evet, Erkam’ın evini o kurdu. Ama zamanı geldiğinde oradan çıktı. Hatta zamanı geldiğinde Erkam’ın evinin bulunduğu şehri bile terk etti. Çünkü hizmet aşama aşamadır ve bir aşamada sıkışıp kalan İslami hareketler yol kat edemezler.

            Çok büyük konuşmak istemem ama Müslüman ülkelerdeki İslami hareketler birbirine benzer olarak bir aşamadan başka bir aşamaya geçemiyorlar. Örneğin Mısır’daki İhvan için yeni bir aşamanın kapısı açılmıştı ama bu eşiği geçmek istemediler.

 

            Bizler de gençliğimizde yazın damlarda oturup, kendimizce İslami tedrisat yapıyorduk. Ama sonradan tanıştığımız “En iyilerimiz” yeni bir söylem geliştirdiler: “Böyle bir İslami hareket olmaz. İş sadece damlarda oturup, çay kahve eşliğinde ayetler okumakla bitmez.”

 

            Ne zaman ki bu sözün gereğini yaptık, işte o zaman PKK kanımızı akıttı. Bu bir aşama idi. Sonra zamanın rejim güçleri zindanları yurt yaptı “En iyilerimize.” Bu da başka bir aşamaydı.

 

            Erkam’ın evi gereklidir ve bu bir aşamadır. Ama bir başka aşama için bu evden çıkış elzemdir.