Allah bütün mevcudatın yaratıcısıdır. Fezadaki boşluğun, bu boşluğun içindeki gök cisimlerinin, güneş sisteminin, gezegenlerin yegâne halk edicisi Allah’tır. Samanyolu galaksisi içindeki Güneş’in etrafında dönen gezegenlerden biri olan Dünya’nın da var edeni yine Allah’tır. Bu gezegenin üzerinde yaşayan insanların, kavimlerin ve bu arada Kürtlerin yaratıcısı da O’dur.

Dünyanın değişik yerlerinde olmalarına rağmen, Kürtlerin kahir ekseriyeti Türkiye, Irak, Suriye ve İran’da yaşamaktadırlar. Yani Müslüman ülkelerin vatandaşlarıdırlar. Kürt sorunu gündeme geldiğinde; “Kavmiyet ile ilgili sorunlar, Batılı ülkeler tarafından başımıza örülmüş çoraplardır. Onlar İslam coğrafyasını sınırlarla ayırıp, bizleri bu hale getirdiler.” diyoruz ve bütün suçu emperyalistlere yüklüyoruz.

Yanlış mı bu söylenen? Hayır, doğrudur.

Doğrudur doğru olmasına da eksiktir. Batılıların çeşitli desiselerle, kendi çıkarları uğruna halkları kullanıp, sonra da bir kenara attıklarını biliyoruz. Kabul ama Kürtlere karşı bizler yeterince samimi miyiz? Bu mesele sadece dış mihrakların bir fitnesi midir?

Soru şu:

            Kürt illerini kendi aralarında paylaşan ve halkları Müslüman olan milletler, Kürtlerin dertleri ile yeterince dertleniyorlar mı? Saydığımız ülkelerin idarecileri, kendileri için istediklerini Kürtler için de istiyorlar mı? Sözüm laik, seküler, Batıcı idarecilere değil, Müslüman, muhafazakâr, mukaddesatçı, artık nasıl tanımlanacaksa, dindar kesimedir.

            Konunun sınırlarını daraltmak için; İran, Suriye veya Irak’ı bir kenarda tutup, Türkiye’ye bakalım. Özellikle 1980 darbesinden sonra Kürtçe kamusal alanda, hatta özel alanda dahi yasaklandı. Kamusal alan diye okulda, Kürtçe konuştuğumuz için dayak yediğimiz oluyordu. Kraldan kralcı bazı sağlık personelleri, Kürtçeden başka bir dil bilmeyen hastalarına dahi problem çıkarıp onlardan dertlerini Türkçe olarak anlatmalarını istiyorlardı.

Kürtlerin kendi dillerinden başka bildikleri bir lisan yoktu. Kürtçe dışında İngilizce, Fransızca, Almanca, Rusça bilselerdi muhtemelen bir sorun olmayacaktı. Ama anadili Kürtçeden başka bir dil bilmeyen bu hastalar, derdini tam olarak anlatamamanın ızdırabı ile köylerine dönüyorlardı.

Özellikle genç okuyucular abarttığımı zan edebilirler. 12 Eylül sonrasında, bazen Türkçe bilmeyen hasta ile doktor arasında tercümanlık yapan biri olarak yazıyorum ki durum bundan ibaretti. Zaten akran olduğumuz okuyucular beni tasdik edeceklerdir.

Evet, Sağlık Bakanlığı tarafından devreye sokulan e-reçeteye getireceğim sözü. Bu ülkenin dindar, muhafazakâr idarecileri, yazının girişinde belirtildiği üzere Allah’ın her şeyi yarattığının bilicindedirler. Allah’ın tüm halklara tanıdığı İslami ve insani hakları da biliyorlar. O zaman neden Kürtlerin çok basit haklarına kulak tıkıyorlar?

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca, e-reçete kapsamına aldığı dillerin arasında Kürtçeyi saymıyor. E-reçetenin Kürtler açısından çok işlevsel bir uygulama olmadığının farkındayım. Ama bu basit uygulamadan yola çıkarak, artık bazı mecralarda fark edilme ihtiyacını dile getirmek istiyorum.  

Sağlık Bakanı Koca, Konya’nın Kulu ilçesinin Tavşançalı mahallesi doğumludur. Tavşançalı’nın esas ismi Ömeranlı’dır ve Doğu ve Güneydoğu’dan buraya getirilen Kürtlerden müteşekkildirler. 1960 yılından sonra ismi Tavşançalı diye değiştirilen belde, bu ismi bir türlü kabullenemedi. Resmi olarak 2015 yılında tekrar Ömeranlı ismini aldılar.

Bu isim değişikliği dahi beraberinde bir rahatlamayı getirmiştir. Hali hazırda e-reçetenin Kürtlerin hayatında çok büyük bir katkı sunacağından dolayı değil ama Ömeranlı gibi bir gönül alma, bazı tahribatları tamir etme gibi bir işlevinin olacağını belirtmek gerekiyor.  

Meramım şudur: PKK/PYD/YPG veya bunların temsil ettiği bilumum yapılar, Kürtlerin Batılılara özenen; laik-seküler ve Sosyalist/Komünist kesimlerini teşkil ediyorlar. Dindar kesimin bu yapılardan ötürü Kürtlere bigâne kalmaları, çözümü Batı’ya havale etmeleri anlamına geliyor.

Bu da Kürtleri din ve dindardan uzaklaştırıyor.