Bilindiği üzere Allah (c.c), insanoğlunu uyarıp davet etmeleri için yeryüzüne peygamberler göndermiştir. Mü’min/78’de; “Senden önce de elçiler gönderdik; onlardan sana hayat hikâyelerini anlattıklarımız var, anlatmadıklarımız var.” ayetinden de anlaşıldığı üzere, Kur’an’da ismi geçen peygamberlerden çok hem de çok fazla peygamber gelmiş, vazifesini yapmış ve tarih sahnesinden çekilmiştir.

            Hâlihazırda tarih sahnesinde olan peygamber, son elçi Hz. Muhammed (sav)’dir. Oysa Kur’an’da 25 peygamberin, bunlara Zülkarneyn, Üzeyr ve Lokman’ı da eklediğimizde 28 resul, nebi ve veli isminin geçtiğini biliyoruz. Geçerli olan din İslam ve son elçi Hz. Muhammed (sav) olduğu halde neden Kur’an’da geçmiş tarihlerde gelen peygamberlerden bahsedilir?

            Mütehassısları, Kur’an’da çeşitli eğitim yöntemlerinin olduğunu zikrederler. Geçmiş topluluk, peygamber, veli veya isimsiz kişilerin zikredilmesi, besbelli ki bizlerin eğitilmesi, uyarılması ve gereken dersin çıkarılması amaçlıdır. Aynı zamanda bu yaşanmışlıklardan alacağımız dersler neticesinde oluşacak şuur içindir.

            Hz. Adem (as) ilk insan, ilk uyarıcıdır. Herkesin bu şekilde okuduğu Hz. Adem (as), aslında bütün insanlığın genlerini üzerinde taşıyordu. Dolayısıyla hata yapabilirliğimiz hususunda bizlere ilk örnek olan kişidir. Hatadan dönmenin faziletini de yine ilk olarak ondan öğreniyoruz.

            Hz. Nuh (as)’ı okurken, uzun soluklu davetin nasılını öğreniyoruz. Buna rağmen hidayete ermemiş bir kavmin içerisinde nasıl yaşamalı, dahası hidayetsizlikte ısrarcı olan Kenan’lara karşı ne yapılması gerektiğini fehmediyoruz. Kanunsuz suç olmaz ilkesini, yani İsra 5’teki; “Biz bir resul göndermedikçe azap da etmeyiz.” ayetinin tefsirini, yine Hz. Nuh (as)’dan öğreniyoruz. Tabi aynı kanunun tatbikatını teyiden Hz. Lût, Hz. Salih (Allah’ın selamı üzerlerine olsun) gibi peygamberlerden de okuyoruz.

            Hz. İbrahim (as)’den ilk etapta zalime karşı hakkı haykırmayı ve tevhidi merkeze alan bir hayatı okuyoruz. Sonra canımızı bu uğurda vermenin sırrına eriyoruz. Nitekim babaya karşı duyulan saygıyı, hicreti, evlatsız yaşamayı, oğlu olduktan sonra onu Allah (cc) uğruna feda edebilmeyi öğrenebiliyoruz.

            Hz. Yakub (as)’dan uzun süren evlat firakını, içindeki bütün özlemlerini Allah (cc) uğruna bastırabilmeyi okuyoruz. Salih iki evlada karşılık salih olmayan on evlatla nasıl yaşanılacağı hususunu öğreniyoruz.

            Hz. Yusuf (as), bizlere küfür devletinin içinde dahi olsa hizmet etmeyi, güzel şeyler üretmeyi, idarecilere tebliğ edip onların hidayetine vesile olmayı, kanunları tedrici de olsa İslamileştirmeyi öğretir.

En son cümlenin ispatı Kur’an’da, Yusuf suresi 76. ayette kayıtlıdır:  “İşte biz Yûsuf’a böyle bir tedbiri öğrettik, yoksa Allah dileyip bunu öğretmeseydi kralın kanununa göre kardeşini alıkoyamazdı.”

            Ayetin tefsirine bakıldığında Mısır Melik’i ile Hz. Yakub (as)’un kanunlarının kıyasını görürüz. Mısır kanunlarında hırsıza sopa vurulurdu. Ayrıca çaldığı malın iki katı ödettirilirdi. Ama Hz. Ya‘kub (as)’un şeriatında hırsız yakalanır, çaldığı malın karşılığında mal sahibine hizmet ettirilirdi. Tedrici yönetime bir delil var burada. Melik’in kanununu o anda değiştirip, Ya’kub’un şeriatını uygulayan Hz. Yusuf (as), bu anlamda bizlere örneklik teşkil etmektedir.

            Allah (cc) son kitabında, herhalde kuru tarih bilgisi vermek için anlatmıyor o aziz peygamberlerin hayatını.