Geçen haftaki yazımızda, Kürtleri yanına çekmek için şiddeti bir silah olarak kullandığından bahisle, PKK’nin şu tespitlerini dile getirmiştik; “Kürtlere hâkim olmanın yolu şiddetten geçiyor. Türkiye’de rejimin Kürtler arasındaki hâkimiyeti şiddet temelli olduğundan, aynı yönteme müracaat etmek gerekiyor. Kürtler güç, kuvvet sahibi olanlardan yana tavır koyuyorlar.”

 “Ne kadar kan o kadar hâkimiyet” şeklinde motto haline getirilen bu görüşün, akıtılan Kürt kanının gerekçesi olarak sunulduğunu da dile getirmiştik. Bu anlamda, Osmanlı’nın ardından kurulan Türkiye Cumhuriyeti, ilk yıllarında, özellikle 1925 yılından sonra bölgede tarifi imkânsız kıyımlar gerçekleştirdi.

Bilindiği üzere; 1925 yılı Şeyh Said kıyamının olduğu ve kendisi ile birlikte 46 arkadaşının idam ile şehadete erdikleri zamandır. Kıyamın sona ermesinden sonra rejim, adeta bir temizlik harekâtına başladı. Doğu Anadolu’da Zilan ve Dersim katliamlarından sonra Kürtlerin talepleri bastırıldı.

Güneydoğu Anadolu Bölgesinde de aynı baskı ve şiddet devam etti. Fakat bu durum Kürt aşiretlerinde de bir şiddet sarmalı başlattı. Devlet disiplininin zayıfladığı dönemlerde, bölge aşiretleri birbirlerine şiddet uygulamaya devam ettiler.

Kürtlerde aşiretsel yapı güçlüdür ve milli birlik bu yüzden sekteye uğramıştır. Bütün aşiretlerin bir lider etrafında toplanıp, milli çıkarlar uğruna mücadele etmeleri, ulus seviyesine ulaşmak anlamına gelmektedir. Örneğin; Kurtuluş Savaşı öncesi, Kuvvay-ı Milliye birlikleri ilk etapta müstakil hareket etmişlerdi. Ama daha sonra birleşerek toplu halde mücadele etmeye başladılar. Ancak Kürt aşiretler daima aşiretsel çıkarlarını gözeterek, bir üst kavram olan millet aşamasına geçemediler.

Bu anlamda Midyat-Nusaybin civarında iki önemli aşiret konfederasyonu etkindi: Dekşurî ve Hevêrkan. Bu iki üst yapı, birçok aşireti kendi bünyelerine katıp, müstakil hareket etme meylindeydiler. Aynı zamanda birbirleri ile mücadele ve çevreye nüfuz etme yarışındaydılar.

İki konfederasyon aşiret arasındaki kırılma anı, 1896 yılında Hevêrkan aşiret reisi Haco’nun, Dekşûrî aşiret lideri Cımo tarafından öldürülmesidir. Bu olaydan sonra 1901 yılında Alikê Batê, Cımo ve oğlunu dehşet verici bir şekilde öldürdü. Onları öldürdükten sonra kulak ve burunlarını kesip, ailelerine gönderdi.

İşte bu şiddetli intikam, Alikê Batê’nin Hevêrkan aşireti ve dolayısıyla çevre Kürt unsurları arasında etkin olmasını sağlamıştı. Bu şahsın Cumhuriyet döneminde müstakil hareket etme yönündeki isteği yüzünden, bir eşkıya olarak değerlendirilmiş, asi olan Batê’ye karşı Dekşûriler, rejim ile birlikte hareketten yana tavır almışlardı.

Mahalli bir kuvvet haline gelen Alikê Batê, Cumhuriyet rejimine kafa tutmuş, Dekşuriler ise günümüz korucularına benzer bir görevle, onu yakalama derdine düşmüşlerdi. Hevêrkanlar, birçok alt aşiret grubuna sirayet etmiş, hatta Süryani lider Şemunê Hanna Haydo bile Alikê Batê’ye destek olmuştu.

Rejim, Dekşûrilerin de desteği ile Alikê Batê ve çevresindeki aşiret reislerine karşı müthiş bir takibat başlatmıştı. Halk anlatılarına göre Alikê Batê Nusaybin’i basmış ve cezaevinin kapılarını açarak, adeta İlçeyi ele geçirmişti.

İşte rejim güçleri müesses nizamın etkinliğini sağlamak için bu mahalli lider ve Hevêrkan aşiretine karşı dehşet saçan bir yönteme başvurdu. Bölgede Dekşurî aşiret konfederasyonu ile birlikte hareket edip, Hevêrkanlara lojistik destek veren köyleri cezalandırma, tabiri caizse tavuklarına varana kadar onları katletme kararı verdiler.

Şırnak’ın İdil ilçesine bağlı olan Alakamış Köyü, bu şekilde cezalandırılan yerlerden biridir. Hevêrkanlı Haco’nun, Alakamış’ta olduğu veya burayı güzergâh seçerek Suriye’ye geçtiği bilgisi üzerine, günümüz tabiriyle güvenlik kuvvetleri Alakamış’a yığınak yaptılar.

Köylüyü bir avluya toplayan askerler, kadın-erkek, çoluk-çocuk, yaşlı-genç demeden üzerlerine çalı çırpı atıp, yakarak öldürdüler. Olaydan kaç köylünün öldüğü belirsiz olmakla birlikte, dehşeti yaşayanların torunlarına göre 3 kişi kurtulmuştu.

Prof. Dr. H. Neşe Özgen’in sosyolojik bir çalışmaya esas olarak konuyu işleyen makalesinde, Gulê ve Dilbirîn isimli iki kardeşin kurtulduğu belirtilir. Olayın şoku ile birbirlerini kaybeden kardeşlerin, ileri yaşlarda kavuştukları da anlatılır.

Aslında gelmek istediğim husus bu noktada ortaya çıkıyor. PKK’nin Peçenek, Pınarcık gibi köyleri cezalandırması ve ayırt etmeksizin köylüyü katletme eylemlerinin kodlarını bu uygulamalarda aramak gerekiyor. Devletin şiddet sayesinde hâkim olduğunu gören PKK, aynı yöntemlere müracaat ederek, hâkimiyet kurmak istemektedir.

Şiddetin hâkimiyet ile paralellendirilerek; “Ne kadar şiddet o kadar hâkimiyet” şeklinde özetlenen mottoda ortak payda, köy cezalandırma ve katliama varan dehşet cinayetlerdir.