Şükür secdesine varmak veya namazını eda etmek yaşanan güzel gelişmelerden sonra yapıla gelen ibadetlerdendir.   Gazetede şükrümüzü dile getirmenin en güzel şekli, herhalde “Şükür” konulu bir yazı yazmaktır diye düşündüm.

 

            Birkaç ayet veya hadis ile şükrün ne olduğu veya olmadığı hususunu ele alacağımı zan eden okurlarım yanılıyor. Çünkü bu şekilde bir yazı yazacak birikime sahip değilim. Yani işi ehline bırakmak daha uygun olacaktır.  Peki ama neden şükür yazısı yazma gereği duydum?

 

            Bu soruya bir soru ile cevap versem olur mu? Hani çocuklara veya gençlere sorarlar ya “İleride ne olmayı istersin?” diye. Efendim, kendi açımdan yanıt vereyim de hem yazıyı yazmanın da sebebini ortaya koymuş olayım.

 

            Ben, 1990’lı yıllardaki gibi aile, mahalle, aşiret, topluluk, PKK gibi bütün bileşenlerin düşman kesildiği, buna rağmen hakkı söylemekten ve düşmanlarımın cenneti için uğraş vermekten geri durmayan biri olmayı isterdim.

 

            Şeyh Zeki Atak gibi çarşıdan geçerken, kahvehanelerde oturan insanların, yürüyen bir şehide, eve varana kadar yaptıkları kaş göz işaretlerinin tümüne muhatap olmayı dilerdim. Hani bir çatının üstünde, ıslahı için uğraştığı kişiler tarafından kurşunlanan Ubeydullah gibi. Ya da Hz. Nuh (as)’ın kendi toplumunu uyarması ve birlikte yaşadığı insanları iyiliğe davet etmenin ibadet tadına varması gibi.

 

            Ve sonra..!

 

            Bunca itirazlarına rağmen, fakir fukaranın imdadına yetişmek; mükerrer olarak ulaştığımız bayramlarına katık bulmak için nefsini ayaklar altına alıp, kapı kapı gezmek; sahurlarında “Acaba ne yiyorlar” diye kendi çocuklarından esirgeyip, onların sofralarına peynir, zeytin bulmak için uğraşan bir “Mustazaf er” olmayı arzu ederdim.

 

            Kurban Bayramında, seneden seneye et göremeyenlere kurban eti ulaştırmak için yola revan olduktan sonra vandallar tarafından saldırıya uğrayan; Kürtçe, Türkçe, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca velhasıl tüm dünya dillerinde fiillerinin karşılığı bulunamayan vahşi vampirlerce şehid edilen, Yasin Börü ve arkadaşları gibi iyilik meleği olmayı düşlerdim.

 

            Aslında Yasin gibi bir öğrenci yetiştirmek her şeyi özetliyor Aytaç Baran için. Yani laf bulunamıyor o güzel insanı methetmeye. Güzel siması, çevrede uyandırdığı intiba, dost düşman herkese “İşte büyük insanlık” dedirtecek hal ve tavırları ile bir çığır açan Aytaç Hoca olmak haddimiz değil ama hayal işte.

 

            Bu bir kervandır.

           

            Allah’ın ayetleri ile yol gösterdiği, Peygamberin kılavuzluğunda ilerleyen kervanın başında; şehidlerin, sıddiklerin, alimlerin bulunduğu ve elhamdülillah mustazafların nice yarenleriyle yetiştiği kutlu kervanın yolcusu olmak da haddim değil, dedim ya benimkisi umut işte.

 

            Nasıl gidiyoruz, nereye gidiyoruz, bunları bizler belirlemiyoruz. Her şeyi evirip çeviren Allah’tır. İnsanların kalpleri O’nun elindedir.

            Onun için derim ki…

 

            2023’te uluslararası bir proje ile Kürdlerin başına örülen çorapların farkında olup, Amerika’nın bu projesini boşa çıkarmaya çalışan Zekeriya Yapıcıoğlu, Şehzade Demir, Faruk Dinç veya Serkan Ramanlı olmak büyük bir misyondur.

 

            Varsın Kürdler oynanan oyunun farkında olmasınlar. Varsın onların hem dünyalarını hem de ahiretlerini kendi ailelerini ihmal edercesine düşünen bu insanlara destek olmasınlar.

 

            Biz bizden evvelkilerin yaptıklarını yapmakla mükellefiz.

 

            Aynı Hz. Habil, Hz. Nuh, Hz. Lut, Hz. İbrahim, Ashabı Uhdut, Ashabı Kehf, Hasan el-Benna, Seyyid Kutup, Şeyh Said, Üstad Bediü’z-Zaman, İbrahim Kızmaz, Şeyh Zeki Atak, Aytaç Baran (Allah’ın selamı üzerlerine olsun) ve benzeri bütün davetçiler gibi.

 

            Bu kervanla aynı yolda olmak büyük bir misyon değil mi?