“Ba'de Harabi'l-Basra” deyimi; “Basra harap olduktan sonra” şeklinde Türkçe’ye çevrilir. Deyimin geçmişi ile ilgili rivayetler farklı ve ben bu hikâyelere girmeyeceğim. Ama anlam olarak; “Son pişmanlık fayda etmez” veya “İş işten geçtikten sonra” gibi yararsız pişmanlıklar, dövünmeler için kullanılır.

Doğrusunu isterseniz önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem Milletvekilliği Genel Seçimleri için, bu deyimin tekrar hatırlanması gerekmektedir. Hem de yakın tarihimize baktığımızda, ders çıkarılması gereken bir serencam var iken.

Yakın tarih dediğim, II. Abdulhamid’in tahttan indirilmesinde bizim mahalleden bazılarının tutunduğu tavır ile ilgilidir. Çünkü İslamcılıklarından, mümin kişiliklerinden veya samimiyetlerinden şüphe edilmeyenlerin, II. Abdulhamid’e muhalefet ettiklerini bilmekteyiz.

Evet, II. Abdulhamid’e muhalif olan İslamcılardan bahsediyorduk. Muhakkak haklı gerekçeleri de vardı bunların. İslamcılık adına muhalif olanlar, hiçbir zaman koca Osmanlı’nın parçalanıp, un ufak olduktan sonra laik seküler bir yönetim ile idare edilmesini istemezlerdi. Kendi mahallelerinde söz söyleme imkânı bulamadıkları için karşı mahalleden meramlarını dile getiriyorlardı. Fakat olan oldu. İttihat ve Terakki’nin ülkeyi yuvarladığı uçurumdan, bu muhaliflerden hiçbiri kurtaramadı.

Hali hazırda da AK Parti ve Recep Tayyip Erdoğan’a muhalif olanların haklı gerekçeleri olabilir. Ama bu muhalefetten İttihatçıların devamı niteliğindeki unsurlar kârlı çıkacaksa, o zaman bin düşünüp, bir konuşmak veya yapmak icap etmez mi?

Örneğin; bahsettiğimiz dönem için en meşhur muhaliflerden biri Mehmet Akif Ersoy’du. Kendisi dönemin en önemli şairlerindendi ve bu kabiliyetini II. Abdulhamid’in aleyhine kullandığı oluyordu. Fakat 31 Mart Vak’ası denilen olayın ardından, II. Abdulhamid’in idareden indirilmesi, koca devletin baş aşağı hızla düşmesi ile neticelendi.

Mehmet Akif, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanında, 27 Aralık 1936’da vefat etti. Cumhuriyetin kuruluşundan kendisinin vefatına kadar olan ömründe, ülkenin nereye doğru evrildiğine bizzat şahit olmuştu. Hele hele; “Ne hayasızca tahaşşüd ki ufuklar kapalı! Nerde-gösterdiği vahşetle “bu: bir Avrupalı” diyecek kadar Batılıları tanıyan Akif, yönünü tamamen Batı’ya çeviren Cumhuriyetin idarecilerine tanık olduğunda, büyük bir çile çekmişti.

Ama bir yandan da iyi ki 28 Şubat’ı görmeye ömrü vefa etmedi. Eğer o tarihe kadar yaşasaydı, 28 Şubatçıların tutuklayıp, işkencelerden geçireceği kişilerin başında yer alırdı. Bir de kendisinin muhalif olduğu II. Abdulhamid’in düşürülmesinin ardından gelinen noktada kendisinin de payı olduğunu düşüneceğinden, çekeceği manevi işkence katmerlenerek büyürdü.

Abdulhamid, sadece Siyonist politikalara ters düştüğü ve sadece Filistin topraklarını koruduğu için değil, Osmanlı’nın ömrünü uzattığı, ekonomik hamleler gerçekleştirdiği ve en önemlisi Batı’nın çıkarlarına hizmet etmediği için tahttan indirildi. Hem de ülke içerisinde, ilericilik adına o zamanki Batı’nın truva atına binenler tarafından.
Bugün dahi görüldüğü üzere, Siyonizm ve Batı’nın düşman belledikleri idareciler hakkında hemen kalemşorlar devreye giriyor. Müthiş bir kampanya başlatılıyor. Karikatüristler derhal çirkin karikatürler çizmeye başlıyor. Batı halkları hedefe alınan şahsı kafa kesen, canavar ruhlu, çocuk katili olarak tanımaya başlıyor. Bu algı o kadar abartılıyor ki, İslamcıları dahi etki altına alabiliyor.

Günümüzde Recep Tayyip Erdoğan’ın Batı’dan bağımsız bir dış politika izlemeye çalışması, Ortadoğu’daki çıkarlarını Batı’nın çıkarlarının önüne koyması ve kurulu düzenin içine çomak sokup, “Dünya beşten büyüktür” demesi, kısacası antiemperyalist bir çizgi çizmesi, O’nun kaleminin kırılması için yeter de artar bile.

Fakat kendisine İslamcılık adına muhalif olanlara, II. Abdulhamid sonrası ülkenin ahvalini hatırlatmamızın nedeni, kendilerinin; “Ba'de Harabi'l-Basra” ya da “Basra harap olduktan sonra” dememeleri içindir.