1925

Mevsimlerden yaz, aylardan Haziran. Melül ve mahzun olarak, gözlerimizi ölmüş bedenlerimize dikip baktığımız bir zaman. Cesetlerimizin kurşunlarla delik deşik olması veya parça parça etrafa saçılması ve dahi sehpalarda sallandırılması fark etmez. Yaşanan bir şehadet ve şeref zamanıdır aslında Haziran.

Haziran’ın 29’unda, Diyarbakır Dağkapı Meydanında hummalı bir çalışma vardı. 47 idam sehpası hazırlanmış, estetik görünmeleri için gereken ustalık gösterilmiş, Ankara’dan getirilen zevatın izlemesi için tribünler inşa edilmişti. Şafak vakti getirilmişlerdi Şehitler Kervanına katılacaklar.

Şeyh Said arkadaşlarından birinin gözlerinin içine bakarak; “Korkuyor musun?” diye sordu. Cevap yiğitçe idi. “Asla!” O anı yazan Lord Kinross: “Çoğu, cesaretli bir şekilde öldü. Şeyh Said sonuna kadar istifini bozmadı. Sehpaya çıkarken, mahkeme başkanına gülümseyerek, “Senden hoşlandım ama kıyamet günü hesaplaşacağız” dedi. Askeri komutana takılarak, “Paşa gel de düşmanınla vedalaş” dedi. Gömlek üzerine geçirilirken kımıldamadan durdu.” diyerek Şeyhin duruşunu net bir şekilde ortaya koyuyordu.  

Yalnız bir şey göz ardı edilmişti. Osmanlı’dan kalan yasalara göre aynı gün ve saatte aynı yerde birden fazla kişi asılacaksa, darağaçları mahkûmların birbirini görmeyecekleri, seslerini işitmeyecekleri aralıklarla kurulması zorunluluğu vardı. Fakat yasanın bu maddesine uyulmadığı gibi bir babanın kendi evladından önce idam edilmesi vasiyetine dahi uyulmamıştı. İdam edilen oğul, babasına izlettirildikten sonra baba asıldı.

1992

Yine Haziran’dı ve takvim yaprakları 26’yı gösteriyordu. Bir Cuma sabahıydı. Tarlalarında biçtikleri buğdaylarını traktör römorkuna yükleyip eve erken dönmenin ve camiye erken gitmenin telaşındaydı Tepeköy’lü Abdülkerim, İbrahim, Hediye, Menice ve diğer Müslümanlar.

Ama cami düşmanları onların bir daha camiye gitmemeleri için dönüş yollarına ölüm yüklü bir mayın döşemişti. Saat 11.30’da traktörün o mayına basması sonucu Müslüman olmaktan başka hiçbir günahı olmayan bu dört mustazaf insan parçalanarak şehit oldular. Şehit Abdulkerim Özel 34, Şehit İbrahim Kartal 28, Şehit Hediye Baştuğ 35 ve Şehit Menice Kartal henüz 16 yaşındaydı. Parçalanan bedenleriyle o günkü zulmün şahitleri olarak Allah’ın huzuruna çıktılar.

Şehid Hediye Baştuğ, iftar açacak ekmeği dahi olmadığı halde oruç tutardı. Misafir olarak evine gelen gençlere kendi evladı gibi bakardı. Şehid Muhammed Said’in fotoğrafına bakıp hep şahadeti dilerdi. O gün kızı Cizre’den kendisini ziyarete gelecekti. Onu karşılamaya çıkmış ve dönüş yolunda köylülerin traktörüne binmişlerdi. İşte bu şekilde birlikte varmışlardı mayının üzerine.

1992

Tepeköy’de mayının patladığı Cuma sabahının gecesinde, yani Haziran’ın 26’sında, Silvan’ın Susa Köyünde, cami yarenleri akşam ve yatsı namazını camide kılma telaşındaydılar. Tepeköylü’lerin Cuma namazına yetişmek için acele ettikleri o günün akşam namazına gitmek, Kur’an dersi vermek ve yatsı namazını cemaatle kılıp, evlerine dönmek derdindeydi 15 güzel insan.

Maalesef tarihin ender tanıklık ettiği mabetlerde öldürme fiilinin failleri, bu kez Susa Camisinde asker kılığına girmiş kılıksızlar olarak boy gösterdiler. Cami cemaatini, imam ile birlikte camiden çıkaran güruh, hepsini keleşlerle taradılar. 10’u şehid oldu, 5 kişi ise yaralandı.

Haziran’a çok acı sığdırmışız.