Türkiye hızla 2023 seçimlerine doğru gidiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ortağı, erkenine karar vermezlerse seçim normal zamanında, yani 18 Haziran 2023 tarihinde yapılacak. Muhalefet ekonomik dengelerin bozulduğu şu günlerde, erken seçim diye bastırıyor ama iktidar zamanında yapılacak diye cevap veriyor.

  Muhalefetin “Altılı Masası” var. Altı partinin bir araya gelerek Cumhurbaşkanı Erdoğan’a muhalefet etmeye çalışmaları, aynı zamanda; “Biz hiçbirimiz tek başına yeterli değiliz, ancak altı lider bir araya gelince bir şeye benziyoruz” şeklinde bir itirafa benziyor.

 Aslında kamuoyu bazı şeylerin farkındadır. Erdoğan’ın bir yerlere getirdiği ve sonradan kendisinden ayrılanlara vefasız diye bakıyor. Milliyetçi muhafazakâr masa elemanlarını ise laik seküler bir iktidara payende olmakla suçluyor.

 Şöyle tarafsız bir göz ile bakıldığında dahi, içlerinde Erdoğan’ın karizmasını üstünde taşıyan lider yok. En fazla oya sahip olan parti dahi ortalama %25 civarında bir potansiyele sahiptir. Bu durum hiç birisinin tek başına iktidar olamayacağını gösteriyor. Hatta altısı bir arada iken dahi, HDP’nin desteği olmazsa yine de iktidarı kazanacak bir potansiyelleri bulunmamaktadır.

Peki, o zaman sorun ne ola ki AK Parti’nin kaybetme olasılığı olan bir seçimden bahsediliyor. Çünkü Türkiye’de hâlihazırda yaşanan bir gerçeklik var. O da enflasyonun sebep verdiği hayat pahalılığıdır. Bu durum herkesi ilgilendirmekte ve seçimlerdeki esas muhalefetin enflasyon olduğunu göstermektedir.

Tabi AK Parti’nin şahsi hatalarından kaynaklanan bazı durumlar da yok değil. Bir türlü AK Partililer İslami duruşu sergileyecek mütevazı bir tutumu sergileyemediler gitti. İslam’ın emrettiği mütevazı yaşamı devletin itibarına kurban ettiler. Bu ülkenin garibanları yokluk içerisinde yaşarlarken, asgari ücretliler pazarda en çürük sebzeyi almaya çalışırken, memur markette boş boş dönüp dolaşırken, işçinin emeği enflasyona heba edilirken; kendileri saraylarda mehter takımlarıyla karşılanıp, devletin itibarı diye israf sınırlarını kat be kat geçen ziyafetler tertip ettiler.

 Halbuki Erdoğan, Peygamber’den öğrendiğimiz o mütevazı hayatı tercih etse, o da halkı gibi ekmek ve zeytin ile iftar açsa, devletin itibarından değil de kendi şahsi hayatından fedakârlık yapsa da cümle âleme örnek olsa idi, herhalde daha tutarlı ve erdemli bir davranış sergilemiş olurdu. İslam’da olmayan bir lüks ve şatafat içinde yaşamaları, onları halktan kopardı.

Tabi ülkede yaşanan bazı durumlardan ötürü halktaki adalet duygusu da zedelendi. Memur alım veya yükseltilmelerinde mülakat denilen torpil mekanizmasının ne kadar hak hukuk yediğini görmüyor olamazlar herhalde. Sınavlara çalışan ve kazandığı halde bu hakkından mülakat denilen ne idüğü belirsiz sınama ile mahrum bırakılanlar, toplumda gayrimemnun bir sınıfı oluşturmaktadırlar. Bunca ahın bir yerlerden çıkacağı da gün gibi aşikârdır.

 Daha yeni ilan edilen, 3600 denilen ek gösterge düzenlemesinde dahi adaleti tesis edemediler. Müdür sınıfının geneline 3600 verilirken, genel idari hizmetlerde bulunan ilçe müdürlerinin (İlçe Nüfus ve Yazı İşleri Müdürlerinin) 3000 ek göstergede kalması, ancak ve ancak eşitsizlikle açıklanabilecek bir durumdur. Bu da halkta şu kanıya neden olmaktadır: Seçimde fazla oy potansiyeline sahip olanlara bir nevi rüşvet kabilinden bir düzenleme yapılmıştır. Oysa tek bir oya sahip olsa da ortada bir mağduriyet varsa, hakkın ayakta tutulması için devletin elini taşın altına koyması şarttır.

 

   Demem o ki saygıdeğer okuyucular; AK Parti’ye karşı yine AK Parti mücadele etmektedir. En büyük muhalefet partisi yine AK Parti’nin kendisidir vesselam.